ultrAcimbom | Galatasaray Taraftar Forum Sitesi
Merhaba,

Sitemize Hoş Geldiniz. Sitemizden Yararlanabilmek İçin Lütfen Kayıt Olunuz.

3 Bin Seçme Fetva - Sayfa 7 Sitelogo10
ultrAcimbom | Galatasaray Taraftar Forum Sitesi
Merhaba,

Sitemize Hoş Geldiniz. Sitemizden Yararlanabilmek İçin Lütfen Kayıt Olunuz.

3 Bin Seçme Fetva - Sayfa 7 Sitelogo10
ultrAcimbom | Galatasaray Taraftar Forum Sitesi
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.


Hoşgeldiniz, Misafir.
Son Ziyaretiniz:
Toplam Mesajınız: 0

tema edit: by ™ cAn ® ™
 

AnasayfaLatest imagesKayıt OlGiriş yap

Paylaş | 
 

 3 Bin Seçme Fetva

Önceki başlık Sonraki başlık Aşağa gitmek 
Sayfaya git : Önceki  1, 2, 3, 4, 5, 6, 7, 8, 9  Sonraki
YazarMesaj
Körfez
Admin
Admin
Körfez


Erkek
Mesaj Sayısı : 22924
Nerden : KOCAELİ
Galatasaray'da Favori Futbolcusu : Mehmet Topal
Rep Gücü : 657
Kayıt tarihi : 17/02/08

3 Bin Seçme Fetva - Sayfa 7 Vide
MesajKonu: Geri: 3 Bin Seçme Fetva   3 Bin Seçme Fetva - Sayfa 7 Empty30/8/2008, 15:43

KADINLARIN ERKEK DOKTORA GİTMELERİ
2175 - Soru: Almanya'daki hastanelerde bir Müslüman kadının doğum yapmasında bir mahzur var mıdır?
Cevap: Doktorunun ve ebesinin kadın olduğu bir yeri tercih etmelidir. Veya ebe davet edilerek doğumun onun kontrolünde yapılması temin edilmelidir.
2176 - Soru: Bir erkek, kadın doktora; bir kadın da erkek doktora muayene ve tedavi olabilir mi?
Cevap: Bir erkek, hastalandığı zaman erkek doktorlar arasında hastalığının mütehassısı olup olmadığını inceler. Şayet varsa, onu bırakıp kadın doktora muayene olması veya ameliyat olması caiz olmaz. Kadın için de hüküm aynıdır. Kadın doktor var iken, erkek doktora gitmek caiz değildir.
Kendi cinsinden doktor bulunamadığı takdirde veya müstacel bir hastalık sebebiyle kendi cinsinden doktorun olduğu yere hastanın götürülmesi hayati tehlike arzetmekte ise, o zaman karşı cinsten bir doktora görünmesi, yani kadının erkek doktora veya erkeğin de kadın doktora muayene ve tedavi olması zaruret halini alır. Zaruretler mahzurları mubah kılar.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://www.ultracimbom.biz
Körfez
Admin
Admin
Körfez


Erkek
Mesaj Sayısı : 22924
Nerden : KOCAELİ
Galatasaray'da Favori Futbolcusu : Mehmet Topal
Rep Gücü : 657
Kayıt tarihi : 17/02/08

3 Bin Seçme Fetva - Sayfa 7 Vide
MesajKonu: Geri: 3 Bin Seçme Fetva   3 Bin Seçme Fetva - Sayfa 7 Empty30/8/2008, 15:43

EL ÖPMEK
2177 - Soru: İslâm dininin umumi hükümleri dikkate alındığı zaman, el öpmenin caiz olmayacağını açıklar mısınız?
Cevap: Alimlerin, salih kimselerin ve anne ile babanın ellerini öpmek dinimizin hükümlerine göre caizdir. Bu hükmü beyan ettikten sonra bu hususun bilgi ve belgelerini okuyucularımızın bilgisine arz etmek isteriz. Şöyle ki:
a) Bir Yahudi, arkadaşına (hitaben) "Bizi şu peygambere götür" dedi. Kalkıp Peygamber (sav)'e geldiler de kendisinden dokuz açıklayıcı ayetleri sordular. Ravi bu hadisi, "İki (Yahudi) şahıs, Resul-i Ekrem'in (sav) elini ayağını öptüler, "Senin muhakkak bir peygamber olduğuna şahitlik ederiz" dediler" diye zikretti.
Biraz açıklayalım: Yahudiler arasında on emir vardır. Bunların dokuzu, Müslümanlar ile Yahudiler arasında ortak; biri, sadece Yahudilere mahsustur. Gelen şahıslar, müşterek bulunan dokuz emri sordular, birini de gizlediler. Peygamber (sav) Efendimiz, hem sordukları dokuz şeyi, hem de gizlediklerini haber verdi. Bunun üzerine Resulullah'ın (sav) el ve ayaklarını öptüler.
b) Abdullah bin Ömer (ra)'in Abdurrahman bin Ebi Leyla'ya naklettiği bir kıssada şöyle denilmiştir: "Biz ona (Hazreti Peygamber'e) yaklaştık ve elini öptük."
c) Zeyd bin Sabit (ra) bir cenazenin üzerine namaz kılmıştı. Namazı takiben kendisine katırını getirdiler. O binmek üzere iken, Abdullah bin Abbas (ra) hayvanın üzengisini tutmuştu. Bunu gören Zeyd (ra), "Ey Resulullah'ın (sav) amcasının oğlu! Onu bırak" dedi. Abdullah bin Abbas (ra), "Alimlerimize ve büyüklerimize böyle davranmakla emrolunduk" dedi. Bunun üzerine Zeyd bin Sabit (ra) de onun elini öptü ve "Bize de Allah Resulü'nün (sav) ehl-i beytine böyle yapmamız emrolundu" dedi.
d) Alim ve salih bir kimsenin elini teberrüken öpmekten bir beis olmadığını fıkıh bilginlerimiz sarahatle ifade etmektedirler.
2178 - Soru: Öpmenin kaç kısıma ayrıldığını açıklar mısınız?
Cevap: Şöyle sıralayabiliriz:
1 - Sevgi öpmesi: Anne ve babanın evlâdının yüzünü öpmesi gibi.
Peygamber (sav) Efendimiz, gerek evlâdını, gerekse torunlarını sevip okşar ve öperlerdi.
2- Rahmet ve esirgeme öpmesi: Evlâdın anne ve babasının başını öpmesi gibi.
Bir gün Peygamber (sav) Efendimiz, Hazret-i Aişe (ra)'ya hitaben: "Ya Aişe, dua edildiği zaman kabul edeceği bir ismi üzerine Allah'ın (cc) bana yol gösterdiğini sen bildin (ve öğrendin) mi?" buyurmuştu. Hazret-i Aişe (ra) validemiz de, "Anam babam sana feda olsun Ey Allah'ın Resulü (sav), onu bana öğretiniz" dedi. Resul-i Ekrem (sav), "Ey Aişe, o sana gerekmez" buyurdu. Bunun üzerine uzaklaştım ve bir müddet oturdum, sonra kalkıp başını öptüm de, "Ey Allah'ın Resulü (sav), onu bana öğretiniz" dedim. Efendimiz (sav) de, "O sana gerekmez" demişti.
3- Şefkat öpmesi: Kardeşinin alnından öpmek gibi. Peygamber (sav) Efendimiz vefat ettiğinde, Hazret-i Ebu Bekir (ra) Hane-i Saadete gelmiş ve Efendimizin (sav) yüzündeki örtüyü kaldırıp öpmüş ve "Ey Allah'ın Resulü (sav), senin memâtın da hayatın kadar güzel" diye gözyaşları içinde ağlamıştı.
4- Şehvet öpmesi: Kişinin zevcesini öpmesi gibi.
5- Tehıyye öpmesi: Bir kimsenin diğer bir müminin elini öpmesi gibi. Bu hususla ilgili açıklama yukarıda geçmiş bulunmaktadır.
6- Dindarlık öpmesi: Hac ve umre yapanların, tavaf sırasında "Hacer-i Esved"i öpmesi gibi. Kabe'nin eşiğini öpmek ve Mushaf'ı öpmek de bu kısma dahil bulunmaktadır.
Hazret-i Ömer (ra), her sabah Kur'an-ı Kerim'i alır ve "Aziz ve celil olan Rabbimin ahdi ve menşuru" derdi. Hazret-i Osman (ra) da Kur'an-ı Kerim'i öper ve yüzüne sürerdi.
Ekmeği öpmeye gelince; İmam Şafii Hazretleri bu öpmeyi mubah bir bid'at kabul etmiştir. Buna "bid'at-i hasene" diyen de olmuştur.
7- Günah olan öpme: Bu ilave tarafımızdan yapılmış olmaktadır. Bu kısma dahil olan öpme, kendisine yabancı bulunan bir kadını bir erkeğin öpmesi gibi. Bu her iki tarafta şehvani hisleri kamçılayan ve zinaya zemin hazırlayan bir davranıştır. Peygamber (sav) Efendimizin bir erkeğin yabancı kadının elini tutmasını ve onunla musafaha yapılmasını elin zinası olarak bildirmesi dikkate alınınca, haram olan öpmenin zararı daha iyi anlaşılır.
2179 - Behce Fetvalarından: "Müslümanların bayram, cuma ve diğer günlerde birbirleriyle karşılaştıklarında musafaha yapmalarında mahzur yoktur." (H.Ec. 2/163)
Açıklama: İki Müslümanın birbiri ile musafaha yapması, günahlarının affına sebeptir. Cuma ve bayram gibi sevinç günlerinde ise musafahayı daha yaygın hale getirmekte dini bir engel bulunmamaktadır.
2180 - Soru: Üvey annesinin anası ve kız kardeşi ile musafaha yapmakta ve onun elini öpmekte bir mahzur var mı?
Cevap: Dinimizde gelişigüzel el öpme yoktur. Hele karşı cinsten olursa. Onlar, yabancı durumda olduğu için, bu hareketten sakınmalıdır. Hatta nefsinden emin bulunmayan kimse, üvey annesinin ve kayınvalidesinin elini öpmez.
2181 - Soru: Bir kişi misafirliğe gittiğinde tokalaşması icap etse, orada teyzesinin, halasının, dayısının veya amcasının kızı olsa, onlarla tokalaşmakta bir mahzur var mıdır?
Cevap: Bir erkek, nikâh düşen hiçbir kadınla tokalaşamaz, haramdır. İster yabancı, isterse akrabasından bulunsun. Hüküm aynıdır.
2182 - Soru: Bizim buralarda bir damadın analığının (kayınvalidesinin) elini öpmesi mahzur görülmektedir. Bu bapta bizi bilgi sahibi yaparsanız memmun olacağım.
Cevap: Nefsinden emin olmayan bir kimse, kayınvadilesinin elini öpemez. Onun elini öperken nefsani bir uyanma vaki olsa, karısı kendisine ebediyen haram olur.
2183 - Soru: Büyüklerin elini öptüğümüz zaman, alnımıza götürmek de caiz mi?
Cevap: İslâmi eserlerin tetkikinde el öpmekten bahsedilmekte ise de, elin alna götürüleceğine dair bir açıklama yoktur. Sonradan meydana gelen bir uygulama olsa gerektir.
2184 - Soru: Bir erkeğin, akrabasından olmayan yaşlı kadınların ellerini öpmesinde bir mahzur var mıdır?
Cevap: Şehevani hislerini tahrik etmek endişesi duyuyorsa öpmemelidir. Saygı, kalbî bir ihtiramdır. Bu hürmeti, el öpmeden de göstermek mümkündür. Kadının çok yaşlı olması sebebiyle böyle bir endişe mevcut değilse el öpebilir.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://www.ultracimbom.biz
Körfez
Admin
Admin
Körfez


Erkek
Mesaj Sayısı : 22924
Nerden : KOCAELİ
Galatasaray'da Favori Futbolcusu : Mehmet Topal
Rep Gücü : 657
Kayıt tarihi : 17/02/08

3 Bin Seçme Fetva - Sayfa 7 Vide
MesajKonu: Geri: 3 Bin Seçme Fetva   3 Bin Seçme Fetva - Sayfa 7 Empty30/8/2008, 15:43

YÜZÜK TAKMAK
2185 - Soru: Gümüş yüzük takınmakta sınırlayıcı bir hüküm var mıdır?
Cevap: Gümüş yüzük takınmak caizdir. Ancak bir miskali (4.8 gram) aşmaması lâzımdır.
2186 - Soru: Peygamber (sav) gümüş yüzük takınmış mıdır?
Cevap: Evet, takınmıştır. Bu sebeple gümüş yüzük takınmak sadece bir cevaz hükmü taşımamakta ve aynı zamanda sünnet bulunmaktadır. Fahr-i Kâinat Efendimiz (sav) vefat ettiği gün, parmağında gümüş yüzük vardı ve üzerinde "Muhammed Resûlullah" yazılı bulunuyordu. Daha sonra bu yüzük Hazreti Ebu Bekir (ra)'e intikal etti. Onu takiben Hazret-i Ömer (ra)'e geçti. Onun vefatından sonra Hz. Osman (ra)'a intikal etti. Bu muhterem sahabi, Eriş kuyusunun başında meşgul olurken, yüzük kuyuya düştü ve kayboldu. Bütün aramalara rağmen bulunamadı.
2187 - Soru: Demir, bakır ve tunç gibi madenlerden yapılan yüzüğü kadın veya erkeğin takınmasında bir mahzur var mıdır?
Cevap: Bahsi geçen madenlerden yapılan bir yüzüğü kadının da erkeğin de takınması mekruh görülmektedir. Ancak, bunun üzerine tel dolanacak veya gümüş bir nikelâj yapılacak olursa o zaman takınmak caiz olur. Fakat nikelâj silinip altındaki maden ortaya çıkınca asli hüküm olan kerahet geri gelir.
2188 Soru: Fil dişinden yapılan yüzüğü takmakta bir mahzur var mıdır?
Cevap: Fil dişi, cam veya boynuzdan yapılmış bir yüzüğü takınmak caiz görülmektedir.
2189 - Soru: Küpe takmak için kız çocuklarının kulaklarını deldirmekte bir mahzur var mıdır?
Cevap: Yoktur. (Feteva-i Hindiye c. 5, s. 357)
2190 - Soru: Bir kimsenin bir taneden fazla yüzük takmasında dini bir yasaklama var mıdır?
Cevap: Sünen-i Darimi'de iki taneden fazla yüzük takmanın mekruh olduğu ifade edilmektedir. Bu ifadeden, iki tane yüzüğün takılmasında bir kerahet bulunmadığı anlaşılmaktadır. Bununla beraber, her iki yüzüğün aynı parmağa takılmasına işaret olunmuştur.
2191 Soru: Kadın veya erkeğin takacakları yüzüğün üzerine taş koydurmalarında bir mahzur var mıdır?
Cevap: İster erkek yüzüğü, isterse kadın yüzüğü olsun üzerine akik, zümrüt, yakut ve zeberced gibi kıymetli taşlardan birini koydurmakta bir mahzur yoktur. Resûlullah (sav) Efendimizin parmağındaki yüzükte Habeşistan'dan gelme bir taş bulunduğu ifade edilmektedir. Şu kadar bir fark var ki, erkeklerin yüzüğüne birden fazla taş koydurulmasında kerahet olduğu ifade edilmektedir.
2192 - Soru: Üzerinde taş bulunan bir yüzüğü bazı kimseler avuç içine getirmektedirler. Bunda bir mahzur olduğu için mi böyle yapılmaktadır?
Cevap: Taşlı bir yüzüğün kullanılması caiz olunca, taş ister elin üst tarafına getirilsin isterse avuç içinde bulundurulsun. Bunda bir mahzur yoktur. Fakat, tevazua daha uygun olması yönünden avuç içine çevirmek münasip görülmektedir.
2193 - Soru: Yüzüğün üzerine isim yazdırmakta bir mahzur var mıdır?
Cevap: Bunda bir mahzur yoktur. Eski devirlerde imza bilmeyenler, parmağına taktığı yüzüğün üzerine ismini yazdırır ve onu mühür olarak kullanırdı.
2194 - Soru: Yüzüğün üzerine herhangi bir hayvan resmini yaptırmakta bir mahzur var mı?
Cevap: Bu, dinimizce caiz görülmemektedir.
2195 - Soru: Yüzüğün sağ veya sol ele takılmasında tercih ve kerahet olup olmaması noktasında görüşünüz nedir?
Cevap: Yüzük sol ele de takılabilir. Bunda engelleyici bir hüküm yoktur. Ancak sağ ele takılması evlâdır.
2196 - Soru: Elin her parmağına yüzük takılabilir mi?
Cevap: Peygamber (sav), şehadet parmağı ile orta parmakta yüzük takmaya müsaade etmemiştir. Küçük parmakla onun yanındaki parmağa takılmalıdır.
2197 - Behce Fetvalarından: "Pirinç (adı verilen maden)den yapılmış saatin kullanılması, erkeklere ve kadınlara caizdir." (H.Ec. 2/163)
Açıklama: Pirinç madeni kullanmanın cevazı, gümüş gibi belirli bir ağırlıkla sınırlandırılmış değildir. Gerek cep gerekse kol saatinin kapak ve muhafaza kısmının pirinç madeninden olması, kullanılmasına engel teşkil etmez.
2198 - Soru: Altın yüzük erkeklere haram olduğu halde, bazı kimseler Kâmil Miras'ın Tecrid-i Sarih Terceme'sindeki açıklamasını nazara alarak, bir de Mezahib-i Erbaa isimli eserde 'Katkılı altın yüzüğün ve nişan yüzüğünün takılabileceğine bazı müftüler fetva vermektedir' diyorlar. İslâm'da nişan yüzüğü ve alyans yüzükleri, altın olduğu halde takmakta erkekler için müsaade var mıdır?
Cevap: Altın yüzük takmak haramdır. Altının içine karışacak şey, altından daha fazla olur ve ayarını onikiden aşağıya düşürür ise onun hükmünü alır. Altın içine bakır karıştırılırsa bu yüzüğü takmak kerahet-i tahrimiye ile mekruh olur. Gümüş karıştırılırsa ve altın da yarıyı aşmazsa gümüş hükmü ile caiz olur. Ancak töhmetli mevzulardan sakınmak, dinimizin gereğidir. Karşımızdaki kimseler, bizim parmağımızdaki yüzüğün ayarını bilemeyeceği için dini hükümlere ehemmiyet vermemekle suçlar ve hakkımızda suizan besler ve dedikodu yaparlar. Tam oniki ayar olması halinde, "İzectemeal muhallilü ve'l-muharrimu galebel muharrimü" fıkıh kaidesince, bir şey hakkında haramlık ile helâl hükmü toplanmış olsa haram hükmü galip gelir. Nişan yüzüğü bir zaruret değil, sadece semboldür. Bunu gümüş bir yüzükle de yerine getirmek kabildir.
2199 - Soru: Erkeklerin eline kına yakmaları caiz midir?
Cevap: Eller, çalışmaktan ve kireçten aşınmış ise caizdir. Böyle bir durum yoksa bid'attir, caiz değildir. (Feteva-i Hindiye, c. 5, s. 359)
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://www.ultracimbom.biz
Körfez
Admin
Admin
Körfez


Erkek
Mesaj Sayısı : 22924
Nerden : KOCAELİ
Galatasaray'da Favori Futbolcusu : Mehmet Topal
Rep Gücü : 657
Kayıt tarihi : 17/02/08

3 Bin Seçme Fetva - Sayfa 7 Vide
MesajKonu: Geri: 3 Bin Seçme Fetva   3 Bin Seçme Fetva - Sayfa 7 Empty30/8/2008, 15:43

KADINLARIN ÖZEL HALLERİ
2200 - Soru: Bir kadın çocuk düşürmüş olsa, gördüğü kan hayız kanı mıdır, yoksa lohusalık kanı mıdır?
Cevap: Düşen çocuğun uzuvları, meselâ tırnak, el, ayak, saç gibi şeyleri belirmiş ise, böyle bir düşükte görülecek kan, lohusalık günleri gibi tamamlanır.
2201 - Soru: Lohusalık kanının devamında en uzun müddet kaç gündür?
Cevap: Lohusalık kanının en fazla devam ettiği müddeti kırk gündür. Azı için bir zaman belirtilmemiştir. Kan kesildiği zaman temizlik imkânı doğmuş olur. İsterse bir saat olsun.
2202 - Behce Fetvalarından: "Çocuğu dünyaya getiren kadın, hiç kan görmese bile gusül lâzım olur" (H.Ec. 1/5) Açıklama: Bu fetva, İmam-ı Azam Hazretleri'nin içtihadı dikkate alınarak verilmiş bulunmaktadır. İhtiyata uygun olan
da budur. İmam Ebu Yusuf ve İmam Muhammed, doğum sırasında kan çıkmadıkça lohusa olmayacağı ictihadındadırlar. Bu iki imama göre, hiç kan görmeden doğum yapan bir kadın, sadece abdest alır.
2203 - Soru: Kadınlar âdet günlerinde tırnak kesebilir mi?
Cevap: Temizlendikten sonra kesmelidirler.
2204 - Soru: Adetli veya lohusa bir kadın, dini bilgilerden bahseden Türkçe kitap okuyabilir mi?
Cevap: Bu haldeki bir kadın, Kur'an-ı Kerim'e ve Ayet yazılı bulunan bir şeye el süremez. Fakat Türkçe bir kitabı, bir bezle tutup açması ve okuması, sayfaları kalem gibi bir şeyin yardımı ile açması ihtiyata uygun bir hareket olur.
2205 - Soru: Bir kadın, hayızlı veya lohusa bulunurken nasıl zikredebilir? Kur'an'ı nasıl okuyacak? Açıklar mısınız?
Cevap: Adetli veya lohusa bulunan bir kadının Allah'ı (cc) zikretmesinde bir mahzur yoktur. Fakat bütün bir Ayeti, ezbere olsa bile okuyamaz.
2206 - Soru: Beş vakit namazını kılan bir kadın, hayız ve nifastan sonra yıkandığı zaman saçının uzun ve sık olması kendisini rahatsız ediyor diye saçını kestirebilir mi?
Cevap: Saçını kestirmek yerine, onu kurulamak için gerekli tedbirleri alması gerekir. Saç, kadına zinet olarak verilmiş, ama isterse kısaltabilir de.
2207 Soru: Hayızlı bir kadının yapabileceği bir ibadet var mıdır?
Cevap: Kur'an-ı Kerim'i ezber de olsa okuyamaz. Ancak, zikir ve tesbihat ile dua okumasında bir mahzur yoktur. Yarım ayet olduğu için Besmele ve Kelime-i Tevhid okumasında da bir mahzur yoktur.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://www.ultracimbom.biz
Körfez
Admin
Admin
Körfez


Erkek
Mesaj Sayısı : 22924
Nerden : KOCAELİ
Galatasaray'da Favori Futbolcusu : Mehmet Topal
Rep Gücü : 657
Kayıt tarihi : 17/02/08

3 Bin Seçme Fetva - Sayfa 7 Vide
MesajKonu: Geri: 3 Bin Seçme Fetva   3 Bin Seçme Fetva - Sayfa 7 Empty30/8/2008, 15:43

İÇKİ
2208 - Soru: Çalıştığım lokantada cumartesi ve pazar günleri içki veriliyor. Şimdi ben ne yapayım? Mutfağın aşçılık kısmına geçsem orada da meze yapmak zorunda kalacağım. Bu sebeple içkiye hizmet ettiğimden dolayı sorumlu olur muyum? Yoksa fabrikanın diğer bir mesleğini mi seçeyim? Bana tatmin edici bir cevap verin.
Cevap: Doğru olanı hiç içki bulunmayan bir yerde çalışmanızdır.
2209 - Soru: Ben daha evvel içki kullanıyordum. Fakat şimdi vazgeçtim. Evimde şu anda bayağı bir para tutacak kadar içki bulunmaktadır. Bunları ne yapmam gerekir? Döksem israf olacak. Satsam veya başka bir şeyle değişsem caiz midir? Caiz ise bunların parasını kullanmam caiz olur mu? Caiz ise nerede kullanabilirim? Yahut ben, sattığım içkinin parasını bir hayır müessesesine versem caiz olur mu?
Cevap: İslâm hukukuna göre şarap, mâl-i mütevakkim değildir. Bu sebeple onu satamazsınız. Haramla hayır yapmak, idrarla abdest almak gibidir. Ancak şarabı sirke haline getirirseniz yemek de, satmak da caiz olur.
2210 - Soru: Bir Hadis-i Şerifte şöyle buyuruluyor: "Zina eden ve içki içen kimseden iman çıkar. Nasıl ki insan sırtından gömleği çıkarırsa" diye geçiyor. Yalnız akide kitaplarından anladığımıza göre, bir kimse Allah'ın (cc) yasaklarını yapar ve fakat (haramlığını inkâr etmezse) kâfir olmaz. Bu hususu açıklayınız?
Cevap: Hadis-i Şerifte çıkacağı haber verilen, imanın aslı değil kemâlinin nurudur. Bu günahı işlerken, o kâfir olarak işlemiş sayılmayıp kâmil bir mü'min olarak bu işi yapamayacağı kabul edilmektedir.
2211 - Soru: Gazoz içmekte dini bir mahzur var mı?
Cevap: Meşrubatın terkibini incelemek ve içinde alkol varsa içmemek gerekir. Bazı gazozcular, gazozun içine konulan esansın suya karışmasını temin için, kullanılan maddenin pahalılığı veya bulunmaması sebebiyle bunu beyaz alkolle yapmaktadırlar. Bu husustaki hüküm, gazozdan gazoza ve hatta imal eden şahsın dindarlığına göre değişmektedir. Verilecek hükümde bahsi geçen hususların bilinmesi lâzımdır.
2212 - Soru: Kolonyada alkol var mı, kullanmak caiz olur mu?
Cevap: Kolonyanın esansı ve içindeki kokudan başka her şeyi alkoldür. Ancak bunun içine tuz atıp güneşte ise gölgeye koymak, gölgede ise güneşe çıkarmak ve kimyevi terkibi değişecek kadar bir zaman bekleyip ondan sonra kullanılması mümkün olmaktadır. Şarabın istihale suretiyle sirkeye çevrilmesi halinde yemesi helâl ve kendisi temiz olduğu gibi.
2213 - Soru: Bazı hocalar, doktorun tavsiyesine göre rakıyı ilaç için kullanmak günah değildir, diyorlar. İçkide şifa var mıdır?
Cevap: Cenab-ı Hak, haram kıldığı bir şeyden şifa hassasını kaldırmıştır. Resul-i Ekrem (sav) Efendimiz, "O, derttir, asla ilaç değildir" buyurmuşlardır. Siz, bilgisi kıt ve inancı çürük kimselerin sözlerine bakmayınız. Onlar, İslâm'ın müdafaasını değil, bilerek veya bilmeyerek içkinin avukatlığını yapmaktadırlar.
2214 - Soru: Rakı, şarap ve benzeri haram olan içkilerin içildiği bir yer farzedin. İçmek istemeyen kimse veya kimseler de var. Bu kimseler, içenlere kalben buğuz ederek, meze olarak kullanılan yiyeceklerin sarhoşların midesine gitmesini ve haramla karışmasını önlemek maksadı ile içki sofrasındaki yiyeceklerden yemesi caiz midir?
Cevap: Bir mü'minin orada yapacağı iş, o sofraya oturmak değil, haram olan şeylerin içilmesini önlemektir. Buna eliyle mani olamadığı zaman diliyle engel olmalıdır. Buna da güç yetiremez ise kalben buğz edip oradan uzaklaşmalıdır. Yanlarında oturmak, günahlarına rızaya varır ve oturana da günahtan bir pay ayrılır. Mezenin onların midesine gitmesini önlemek bahanesiyle mezeyi midesine doldurmak, kendini aldatmak olur.
2215 - Soru: İçkinin haramlığını ve içkili halde iken namazın caiz olup olmadığını anlatır mısınız?
Cevap: İçki, kademeli olarak inen Ayet-i Kerimelerle haram kılınmıştır. "Sarhoş olduğunuz halde namaza yaklaşmayınız" mealindeki Ayet-i Celile, 3. olarak inen ayettir. En son inen ve içkinin kafi haramlığını bildiren Ayet, Sure-i Maide'nin 90-91. Ayetleridir. Meselenin incelenmesine nokta-i hareket olarak bu Ayetlerden başlamak gerekir. 3. olarak inen Ayeti ele alıp, dil dolaşmayacak ven namaza engel olmayacak kadar içki kullanmaya cevaz hükmünü çıkarmak, dine ve ilme ters düşen bir davranış olur. Mü'minin vazifesi, akşamcıya dini müsaade bulmak değil, ona İslâmi hükümleri anlatmaktır. İçkinin azı, çoğu, hatta damlası da haramdır.
2216 - Soru: Bazı ilaçların terkiplerinde alkol bulunduğu üstlerinde yazılmış bulunmaktadır. Bu ilaçların kullanılması caiz midir? Değil ise neyi tavsiye edersiniz?
Cevap: Alkolsüz ilacın tercihi gerekir. Zira haram olan şey, deva değildir, bilâkis derdin kaynağı ve sebebidir.
2217 - Soru: Şaraptan başka sarhoşluk veren diğer mayiler de necis midir?
Cevap: Racih olan kavle göre, üzümden veya başka bir şeyden yapılmış, mayi haldeki sarhoşluk verici bütün maddeler necistir. (Nimet'ül-İslâm, Kitabü't-Taharet s. 199)
2218 - Soru: Şarabın tarifini yapar mısınız?
Cevap: Hanefi mezhebinin dışındaki üç mezhepte "Sarhoşluk veren her şey mayi (şarap)tır" Hadis-i Şerifıyle istidlal eden müctehidler, hammaddesi nişasta veya glikoz her ne olursa olsun, sarhoşluk veren her içkiye "Hamir" adını vermişlerdir. İmam Muhammed'in görüşü de böyledir. Ebu Hanife Hazretleri ise hamri şöyle tarif etmektedir: "Hamir, çiğ üzümün suyu, kabarcıklar çıkarıp köpüğünü attıktan sonra şiddetlenmiş olan içecektir."
2219 - Soru: İçkinin haram kılınması bir defada mı olmuştur, yoksa tedrici mi haram kılınmıştır?
Cevap: Şarap ve onun gibi sarhoşluk veren meşrubatın haram kılınması tedrici olarak tahakkuk etmiştir. Şöyle ki: Hazret-i Ömer (ra), Resulullah (sav) Efendimiz'e hitaben: "Şarap, malı helak edici (tüketici), aklı giderici bir şeydir. Bizim için Allah'a (cc) dua ediniz de onun hakkındaki ilâhi hükmü açıklayıversin" diye niyazda bulundu. Zira Hazret-i Ömer (ra) devamlı olarak "Ya Allah (cc), bize şarap hakkında kalbi tereddütlerimize şifa verici bir beyan lütfet" demekteydi. Bunun üzerine, "Sana içkiyi ve kumarı sorarlar. De ki: Onlarda hem büyük günah, hem de insanlar için faideler vardır. Günahları ise faydalarından daha büyüktür" mealindeki Ayet-i Kerime indirildi. Bu ayetin inmesi üzerine bazı kimseler Rabbimizin beyanındaki "büyük günah vardır" hükmünü dikkate alarak içkiyi terketmişlerdi. Bundan sonra Hazret-i Ömer (ra), "Ya Rabbi bu husustaki beyanı arttır" diye duada bulunmuştu. Bunu takiben, "Ey mü'minler, siz sarhoşken ne söyleyeceğinizi bilinceye kadar namaza yaklaşmayın" mânâsındaki Ayet-i Celile nazil oldu. Bunun üzerine birçok ashab, "Bizi namazdan men eden şeyde hayır yoktur" diyerek içkiden vazgeçmişlerdi. Namaz vakitlerinin dışında az da olsa kullanan kalmıştı. Faruk-u Azam (ra), "Ya Allah (cc), bu husustaki beyanı arttır" diye duasını tekrarladı ve nihayet günün birinde, "Ey iman edenler, içki, kumar (tapınmaya mahsus) dikili taşlar, fal okları ancak şeytanın amelinden birer murdardır. Onun için bunlardan kaçının ki muradınıza eresiniz. Şeytan içkide ve kumarda ancak aranıza düşmanlık ve kin düşürmek, sizi Allah'ı anmaktan ve namaz kılmaktan alıkoymak ister. Artık siz (hepiniz) vazgeçtiniz değil mi?" mealindeki Ayet-i Kerime indi. Bunun üzerine Hazret-i Ömer (ra), "Ey Rabbimiz, son verdik (vazgeçtik)" demiştir.
2220 - Soru: İçki satmak haram mıdır?
Cevap: O soru ashabtan Abdullah bin Abbas (ra)'ya sorulmuştu. O mübarek zat, kendisine soru yöneltenlere, "Sizler Müslümanlar mısınız?" diye sordu. Onlar "Evet" cevabını verince şu Hadis-i Şerifi kendilerine tebliğ etti: "O (Allah) ki, onun içmesini haram kıldı, satışını da, kazancını yemeyi de haram kılmıştır."
2221 - Soru: Bazı memleketlerde köftecilerde ve diğer meşrubatçılarda şıra bulunmaktadır. Bunun içilmesinde bir mahzur var mıdır?
Cevap: Şarabın yukarıda geçen tarifini dikkatle gözden geçiriniz. Onda beyan edilen unsurlara göre şırada bir istihale, bir değişme meydana gelmedikçe ve şıra vasfını korudukça içilmesinde ve satılmasında herhangi bir mahzur yoktur. Fakat fazla yapmak ve satış imkânı bulamamak gibi ahvalde, ekşimesini önleyecek tedbirlerin de alınmaması sebebiyle ekşiyip köpürecek ve köpüğünü de atacak olursa artık o şıra değil, "Hamir" haline gelmiş olur. Bu durumda içilmesi haram olur.
2222 - Soru: Böyle elde kalan bir şıra, şaraplaşacak hale gelse onu dökmemiz mi gerekir? Yoksa başka türlü istifade imkânımız olacak mıdır?
Cevap: Onu sirke yapmak suretiyle istifademiz mümkündür. Sirke olunca hem yenilir hem de satılabilir.
2223 - Soru: Şarabın haramlığında şüphemiz yoktur. Pis olduğu ne ile sabit bulunmaktadır? Yani ayet ile mi açıklanmıştır?
Cevap: Evet, Maide suresinin 90. ayetinde geçen "Rics" kelimesi ile pis olduğu sabit olmaktadır. Bu itibarla bir damla şarap, bir damla kan ve idrara denk olmaktadır.
2224 - Soru: Bazı kimseler, boza içmenin içki gibi haram olduğunu söylemekte, bazı şahıslar da bir mahzuru olmadığını ifade etmektedir. Bu hususta ne dersiniz?
Cevap: Yukarıdaki şarabın tarifini dikkatle okuyunuz. Onda olduğu gibi ekşiyip köpürecek ve şiddetlenecek olursa o zaman içki durumuna gelmiş olur. Böyle olmadıkça onun diğer içeceklerden, şıra ve şerbetten bir farkı yoktur. Mühim olan onu ekşitmemektir. Mısır Müftüsü Muhammed Mahluf, Fetava-i Şer'iye"sinde böyle ifade etmiştir. Şeyhu'l-İslâm Zekeriyya el-Ensari de mutlak bir hükümle haramlığına hüküm verenlerin sözlerine itibar olunmayacağını, haramlığın köpürüp ekşimek ile olacağını açıklamıştır.
2225 - Soru: Birkaç arkadaş, Müslüman-Türk olarak bir firmada çalışıyoruz. Almanlar, doğum günlerinde iş arkadaşlarına bira ikram ediyorlar. Biz içki kullanmadığımız için limonata veriyorlar. Onlar bizim doğum günümüz olduğunda bizden kendilerine bira içirmemizi istiyorlar. Biz onlara bira ikram edersek bir günah olur mu?
Cevap: Dinimizde, "yaşgünü kutlaması" diye bir hüküm ve müsaade yoktur. Bu tamamen garp frenklerinin âdetidir. Bu sebeple onların merasimlerine katılmayınız. Kendi doğum tarihinizin sene başı geldiğinde ne Müslümanlara ne de gayrimüslimlere bir şey ikram etmeyiniz. Onların ikramını kabulden başka çareniz kalmazsa limonatayı bir hediye olarak içersiniz. Mukabilinde bir ikramda bulunmanız gerekli ise bunu yaş gününüzde değil, diğer zamanlarda içiriniz. Ancak bu ikram limon, portakal gibi meşrubattan olmalıdır. Katiyyen içki ikram etmeyiniz. Kefereyi memnun edeyim derken Allah ve Resulünü gücendirmiş olursunuz. Müslümanlar, kendi dinlerinin hükümlerini ve milletin örf ve âdetlerini asla ihmal etmemelidir.
2226 - Soru: Bir işletmenin kantininde çalışan işçinin sarhoşluk veren maddeleri satması mahzurlu olur mu? Mahzuru varsa böyle bir kimsenin nasıl hareket etmesi lâzımdır?
Cevap: İçki vesair sarhoşluk verici maddelerle alâkalı her iş, İslâm dinince haram kılınmıştır. Bu itibarla, Müslüman bir kimsenin böyle işlerden sakınması gerekir.
2227 - Soru: Kendi dükkânında sarhoşluk verici maddeleri satmakla, başka bir müessesedeki sarhoşluk verici aynı malın satışı arasında günah bakımından fark var mıdır?
Cevap: Başkasının tezgâhtarlığını yaparak satmak, şerre alet olmaktır. Kendi dükkanındaki satış ise, şerri işlemek ve harama irtikap olur.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://www.ultracimbom.biz
Körfez
Admin
Admin
Körfez


Erkek
Mesaj Sayısı : 22924
Nerden : KOCAELİ
Galatasaray'da Favori Futbolcusu : Mehmet Topal
Rep Gücü : 657
Kayıt tarihi : 17/02/08

3 Bin Seçme Fetva - Sayfa 7 Vide
MesajKonu: Geri: 3 Bin Seçme Fetva   3 Bin Seçme Fetva - Sayfa 7 Empty30/8/2008, 15:43

SİGARA HARAM MI MEKRUH MU? (Esrar-Uyuşturucu Maddeler)
2228 - Soru: Sigara hakkında bazı kimseler mubah derken, bazı kimseler ise mekruh demekte ve bu hükmü harama kadar götürmektedir. Doğrusu nedir?
Cevap: Peygamber (sav) Efendimiz'in şereflendirdiği asırda ve müctehidlerin devrinde sigara yoktu. Bu sebeple, sigara içmenin hükmünde farklılıklar göze çarpmaktadır. İslam alimlerinin görüşlerinde ortaya çıkan değişik hükümler, meselenin tetkikinde seçilen nokta-i hareketin birbirinden farklı olmasından ileri gelmektedir.
İlim sahiplerinden bir kısmı, "Eşyada aslolan ibâhadır" fıkıh kaidesi ile tütün kullanmakta bir mahzur bulunmadığı görüşünü müdafaa etmiş ve bu istikamette fetva vermişlerdir. Bir kısım din alimleri de bu nebatı, hoşa gitmeyen kokusu yönünden tetkike koyulmuş, sarmısak, soğan ile tütünün kerih kokuları arasında bir benzeyiş yönü olduğu iddiası ile, onlar hakkında verilmiş bulunan "kerahat-i tenzihiye" hükmünü tütüne de teşmil etmişlerdir.
Bazı ilim adamları ise bu hususu biraz daha geniş olarak tahlil etmiş, çeşitli zararlara yol açmasını dikkate alarak, tütün içmenin harama yakın mekruh olduğu neticesine varmışlardır.
Dini meseleleri incelemekte mahareti bulunan ilim erbabı, tütünün insan sağlığında yaptığı tahribatı dikkate alarak, meseleyi üç bu'dLu ve mukayeseli olarak ele almışlar; tütünün insan sağlığındaki menfi tesirine dair tabip raporlarını nazar -ı dikkate alıp haram olduğu neticesine varmışlardır.
Sigara içmenin haram olduğu fikrini müdafaa eden ilim sahipleri, Şehr bin Havşeb'in Ümmü Seleme validemizden naklettiği "Resulullah (sav) müskir ve müftir her şeyi yasakladı" Hadis-i Şerifini, verdikleri hükmün delili olarak göstermişlerdir.
Hadis-i Şerifin metnindeki "Müftir" kelimesini, İbni Esir, "İçildiği zaman vücuda hararet veren; uzuvlarda kırıklık, güç azalması, göz kapaklarında mahmurluk ve zayıflama meydana getiren şey" diye açıklamaktadır.
Bilhassa tiryakisi olmayanların üzerinde tütünün tesiri incelendiği zaman, vücutta bir gerginlik, göz kapaklarında ağırlık ve mahmurluk hali, gerilen uzuvlarda bir gevşeme olduğu açıkça anlaşılmaktadır.
Şafii mezhebi alimlerinden Kalyubi, bir din alimi olduğu kadar tabip idi. Bahsi geçen muhterem zat, her iki ilimdeki dirayeti ile tütün içmenin haramlılığına hükmetmiş bulunmaktadır.
Doktorların ifade ve beyanları ile zararları ve insan vücudundaki tahribatı gün ışığına çıkmış bulunan tütünü, birbirine ikram etmenin -zararı daha yaygın bulunduğundan-haram olduğu sarahatle ifade edilmektedir.
Bu alışkanlığın zararını yakinen anlamış birçok sigara müptelası, tütünü terketmeyi devamlı olarak temenni etmektedirler. Bu hal, onların tütünden gördükleri zararın acı itirafı olmaktadır.
Son devrin ilim adamlarından Muhammed el-Hamid, "Hiç şüphe yok ki tütün, habis bir şeydir. Onu içmeye devam, eliyle kendini tehlikeye atmaktır. Bu sebeple kendimi onu haram olması hükmüne meyletmiş görüyorum" demiştir.
Bu zat, Muhaddis Şeyh Bedreddin el-Haseni ed-Dimeşki'nin, Şeyh Haşim el-Hatib'in ve Şeyh Ali Dark'ın, halka yapmış oldukları derslerde tütünün haram olduğu fıkrini açıkça ifade ettiklerini eserlerinde nakletmektedir.
Hiç tereddüt etmeden ifade edebiliriz ki, tütün ne besleyici ne de onarıcı bir vitamini ihtiva etmektedir. Keçi ve benzeri canlıların, çalı yapraklarını tütüne tercih etmeleri, onda besleyici bir değer bulunmadığına işaret edici ve dikkat çekici bir husustur.
Nikotin, bazı haşeratın itlafında koruyucu ilaç imal etmekte kullanılmakta ise de, ağrıları dindiren, yaraları tedavi eden, tek kelime ile şifa verici bir hassayı içinde bulunduran ilaç imalatında kullanılmamaktadır.
Sigara, gıda değilse, şifa vermiyorsa ve hiçbir derde deva olamıyorsa ona verilecek para elbette israftır. Peygamber (sav) Efendimiz, boş yere para harcamayı ve malını zarara uğratmayı yasaklamıştır. Karnı doyduktan sonra yemeğe devam etmekte kerahet bulunduğu ve zararlı olacak derecede fazla bir şey yemenin haram olduğu bir gerçektir. Bu hakikat karşısında çocuklarının ekmek parasını sigaraya vermek israf değil ise ya nedir?
İslam dini, ağız kokularını gidermek için misvak kullanmanın sünnet olduğunu hükme bağlamıştır. Ayrıca, çok olarak sarmısak, soğan ve pırasa yiyenlerin cemaate eza vermemek için, camiye gelmelerine müsaade edilmemektedir. Sarmısak ve soğan kokusuna rahmet okutacak kadar fena bir kokusu bulunan tütünü içmek, misvak sünnetinin teşriindeki hikmete tamamen aykırıdır. Efendimiz (sav)'in ve ashabının yoluna aykırı bulunduğu için bid'attır.
Sigara müptelası bulunan bir şahıs ile camide aynı safta, yanyana durma bahtsızlığına uğramış bir mü'mine sorunuz! Onun yanında geçirdiği sıkıntılı dakikalar ne kadar uzun ve çektiği işkence ne derece büyüktür?
İnsanların eza duydukları şeylerden, meleklerin de eza duyacağı bir Hadis-i Şerifte ifade edilmektedir. Peygamber (sav) Efendimiz'in bu beyanı karşısında tütün kokusundan meleklerin rahatsız kalacağında kimsenin şüphesi olmamalıdır.
Bir mesele hakkında helal ve haramlık hükümleri toplanacak olursa, haramlık hükmünden galip olacağına dair kaadie-i külliye dikkate alındığı zaman, sigara içmekle ilgili olan değişik hükümler arasından haramlığı tercih, ihtiyata muvafık bir davranış olur.
Bu ihtilafların ortaya çıkardığı bir durum vardır: Şüphe... Zira kimi mubah, kimi tenzihen mekruh, kimi de tahrimen mekruh veya haram demektir. Bu çekişmeler karşısında, istemeyerek insanda bir şek ve şüphe doğmaktadır. Hadis-i Şerifte, "Kim şüpheye düşecek olursa harama da düşer" buyurulmuştur. Bunun gibi, haramlıkla mübahlık hükmü bir meselede içtima ederse, haramlık yönü tercih edilmeli ve müteverri alimin sözü öne alınmalıdır.
Kendisi fakir, nüfusu kesir, yatağı hasır bulunan kimselerin, çocuğu ateşler içinde kıvranırken ona alacağı ilaca para bulamayan, kışın ortasında efradı ailesi soğukta titreşirken, sobada tüttüreceği dumanı ağzındaki sigara ile tüttüren kimsenin irtikap ettiği bu hal haramın katmerlisidir.
2229 - Soru: Sigara dünyaya ve dolayısı ile memleketimize nereden gelmiştir?
Cevap: İnsan sağlığına büyük zararlar veren ve milletleri iktisaden yıpratan tütünün ana vatanı, Orta Amerika'nın Antil takımadaları olup, oradan dünyanın dört bucağına yayılmıştır.
Kristof Kolomb, bu arada seyahat sırasında yerlilerin ağızlarında tüten ateşli bir şeyler görmüştü. Bu, sonraları dilimize "tütün" adı ile geçecek ot idi. Bulaşıcı bir hastalık gibi, arz küresinin her tarafına yayılan tütün, 1605 yılında Türkiye'ye ayak basmış oldu.
2230 - Soru: Sigaranın memleketimize girişinde gerek ilim adamlarının gerekse idare amirlerinin önleyici tavrı olmuş mudur?
Cevap: Devrin idare adamları ve bilhassa Sultan IV. Murad, tütünün yayılmasını önlemek için ağır ceza hükümleri koymuş, içenleri takip ve şiddetle tecziye etmiş ise de, beklenen netice -maalesef- elde edilememiştir. O asırda hayatta bulunan ve daha sonra gelen ilim adamları, Müslümanları bu ibtilâdan sakındırmaya matuf uyarılarda bulunmuşlar ise de, bir taraftan halkın alışkanlığı, diğer noktadan ilim adamlarının görüşlerindeki farklılık, tütün tiryakilerinin verilen hükümlerin en hafifi ile amel etmelerine sebep olmuştur.
2231 - Soru: Sigaranın gerek tıp, gerekse diğer ilimler karşısında insan sağlığına yaptığı zarar nelerdir?
Cevap: Nikotin, çeşitli bezlerin ifrazatını (salgılarını) arttırır. Kan basıncını yükseltir. Alışmayan kimselerde bulantı, baş ağrısı ve kırıklık meydana getirir.
Nikotin, en zehirli alkaloitlerdendir. Saf durumdaki nikotinin çok az bir miktarı; nabızların sık atmasına, kusmaya, halsizliğe ve hatta bayılmalara ve ölüme yol açabilecek kadar şiddetli bir zehirdir. Bir tek sigaranın içindeki nikotinin enjekte edilmesi halinde bir köpeği öldürebileceği; iki sigaralık tütünün ağız yolu ile içilmesi halinde insan hayatını tehlikeye düşürecek kadar şiddetli zehir ihtiva ettiği, bilginlerin açıklamaları arasında görülmektedir.
İçilen sigaradaki nikotinin bir kısmı ateşte yanıp yok olurken, birçoğu da dumana karışarak insan vücuduna geçmekte; serbest kalan nikotin, ateşin yanındaki sıcak kısmından ağız tarafına doğru emilmekte ve tükrüğe karışarak içeri intikal etmektedir.
2232 - Soru: Sigara, vücutta ne gibi hastalıklara yol açmaktadır?
Cevap: Sigara içen ve kendisini tedrici surette zehirlemeye devam eden kimselerde nikotin, ağız, boğaz ve teneffüs yolunda iltihaplara yol açar; kalp nahiyesinde ağrılara ve kalp çarpıntılarına sebep olur.
Sigaranın insan vücudunda yapmış olduğu tahribat, küçük çocuklarda, genç kız ve kadın bünyelerinde zararını daha ağır olarak yürütmektedir. Nikotin, akciğer çevresindeki hücreleri zedeleyerek kalınlaştırır ve hücrelerin esnekliğini kaybettirir. Şiddetli bir öksürme ve aksırma neticesinde bu cidarlar patlayarak iş görmez hale gelir. Soluk almakta zorluklar ve astıma benzer nefes darlıklarına sebep olur.
Neşeli bir hayatı ızdıraba çeviren nikotin, kararttığı hayat ufuklarının dumanlı akislerini, müptelâların soluk yüzlerinde ve kuvvetini kaybetmiş gözlerinde sergilemektedir.
Sigaranın kansere yol açtığını, sağlık ile ilgili bültenlerde ve gazete makalelerinde sık sık okumaktayız. Nikotinin bu hastalığı arttırdığı doktorlarca ifade edilmekte ve gün geçtikçe bu görüş kuvvet kazanmaktadır. İçeriye çekilen sigara dumanının damarların kalınlaşmasına ve dolayısıyla tansiyonun yükselmesine sebep olduğu, sigaranın bilinen zararlarından bazılarıdır.
Sigaranın pençesine düşmüş olan kimseler, durumun vahametini önceleri pek çabuk anlayamamakta, işin idrakine vardıktan sonra da boğazını sigaranın kanlı pençesinden kurtaramamakta ve yıkılmış bir evin enkazı arasında yas tutan yetim gibi çaresizlik içinde çırpınmaktadırlar.
Sigaranın insan sağlığında yaptığı tahribata daha geniş olarak açıklamayı salâhiyet sahibi kalem erbabına bırakmaktayız.
Bu husustaki sözlerimizi, Mukaddes Kitabımızın "Ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayınız" mealindeki Ayet-i Kerime ile perçinlerken, Peygamber (sav) Efendimiz'in bir Hadis-i Şeriflerinin mânâsı ile sözlerimi noktamak isterim: "Nefsin senin bineğindir. Ona rıfk ile muamele et."
2233 - Soru: Tömbeki içmek dini hükümler bakımından mubah mıdır? Değilse bu husustaki hüküm nedir?
Cevap: Tömbeki içmek, aynen tütün içmek gibidir. Gerek çirkin kokusu, gerekse israfa sebep olması ve vücuttaki zararları dikkate alındığı zaman, sigara ile aralarında büyük bir fark yoktur ve her ikisini de iç içe mütalaa ve ondaki hükümleri tömbekiye teşmili yerinde olur.
2234 - Soru: Esrar hakkında İslamın hükmü nedir?
Cevap: Kesinlikle haramdır. Arap dilinde "Haşiş" olarak ifade edilen haramlığı hususunda en küçük bir şüphe yoktur. Sarhoşluk verici içkilerin haramlığındaki illet-i hükmiyye bundan sonra da aynen mevcuttur. Esrarın müptelâsı olan kimselerin ondan kendini kurtarması, diğer içkilerin tiryakiliğinden daha zordur.
Günümüzde milletlerarası bir ibtilâ haline gelmiş bulunan esrarın içilmesi haramdır. İçene ve satana tazir cezası uygulanır. Esrar her ne şekilde kullanılırsa kullanılsın, keyif verici ve uyuşturucu bir madde olarak kullanıldığı zaman, şarap ve benzeri içkiler ile neticede bir farkı yoktur. Zira hepsi, aklı bozmakta ve idraki örtmektedir.
Esrar içildiğinde, sarhoşlukla birlikte ruhi dejenerasyon (soysuzlaşma) başlar. Onu elde etmek için elindeki maddi varlığını son kuruşuna kadar feda eden esrar müptelâsı, daha sonra şeref kırıcı nefis fedakârlıklarına katlanmaktan bile çekinmez. Bu fena alışkanlık ilerledikçe, kişi esrar nöbetlerine tutulur. Bu arada gözü dönen esrarkeş her kötülüğe müsait duruma gelir. Onun bu halinden istifade etmeyi dileyen kimseler, esrarkeşin ruhi zaaflarından faydalanma yoluna gitmektedirler. Artık o, düşünme ve direnme gücünü kaybettiği için, her teklifi yapmaya âmâde bir robot haline gelir.
2235 - Soru: Esrar ile eroin arasında, dini hükümler bakımından bir fark var mıdır? Varsa belirtiniz.
Cevap: Bunların arasındaki fark, hammaddeleri ve kullanılma şekilleri itibariyledir. Haramlığı ve cezası yönünden aralarında bir fark mevcut değildir. Sağlık ve ahlâk yönündeki tahribatı ve ondan kurtulup şifa bulma ümidi, eroin müptelâsında daha zayıf bir ihtimaldir.
2236 - Soru: İlaç imalinde afyondan faydalanmaya müsaade var mıdır?
Cevap: Tıp sahasında, müsekkin ilacı imal etmede, afyondan faydalanmaya müsaade varsa da bu gibi ilacı keyf için kullanmak gene haramdır.
2237 - Soru: Sigara içen kimsenin sigarasını yakıvermekte bir mahzur var mıdır?
Cevap: Mü'min, şerli bir işe veya zarar veren bir harekete alet veya vasıta olmamalıdır. İnsan, insanı zarardan korumalı; hiç olmazsa ona zarar vermekten el çekmelidir.
2238 - Soru: "Sigara ile kahve ve çay arasında mahzurlu olma bakımından münasebet vardır. Eğer sigara günah ise çay ve kahve de günahtır" diye söylentiler var. Bu doğru mu?
Cevap: Sigara ile çay ve kahve arasında tiryaki olmak bakımından bir benzerlik görülüyorsa da, hüküm bakımından ayrı ve farklıdır. Sigara zehirli ve zararlı bir maddedir. Kullanılması, kerahet-i tahrimiye ile mekruh ve yerine göre haramdır. Meselâ, astım, zatülcenb gibi bir hastalığa tutulmuş bulunan kimsenin ve çocuğunun ekmek parasını sigaraya veren fakirin sigara içmesi haramdır. Çay ve kahve için böyle bir mahzur yoktur.
2239 - Soru: Konuşma sırasında sigara hakkında tartışmalar oluyor. Bazı kimseler, "Sigaranın haram olduğuna dair kati bir ayet olmadığına göre haram değildir" diyorlar. Siz ne dersiniz?
Cevap: Bir meselenin hükmü Ayet-i Kerimede olmayınca dinde yok mânâsına gelmez ki, bu iddia doğru görülebilsin. Dini deliller; ayet, hadis, icma ve kıyastan ibarettir. Acaba bu eserler arasında sigara ile alâkalı bir hüküm olup olmadığı incelenmiş midir ki böyle söylenmektedir. Bu gibi iddialar, ilmi bir dayanağı olmayan mugalatadan ibarettir. Bir şahıs fakir olup, çoluk çocuğunun ekmek parasını sigaraya ipotek ediyorsa veya astım, verem gibi bir hastalığa müptelâ bulunuyorsa bu kimsenin sigara içmesi haramdır. Diğer hallerde kerahet-i tahrimiye ile mekruhtur.
2240 - Soru: Sigara ile ilgili Hadis-i Şerifin nerede bulunduğunu yazar mısınız?
Cevap: Bahsi geçen Hadis-i Şerif, el-Menhelü'l-Azbil Mevrud adlı eserin c. 8, s. 269'da şu mealdedir: "Resulullah, müskir ve müftir her şeyi yasaklamıştır."
2241 - Soru: Sigara ve tütünün haramlığına dalâlet eden deliller nedir ve hangi kitaplarda vardır?
Cevap: Sigara ve tütün içmek, en azından tahrimen mekruhtur. Bu hüküm harama doğru yükselme istidadındadır. Bu hususla ilgili izahatı, el-Menhelü'l-azbil mevrûd" adlı eserin 8. cildinde bulabilirsiniz.
2242 - Soru: Tütün ekmekte bir mahzur var mı?
Cevap: Evet, günahtır. Yenilip içilmesi mekruh olan şeylerin kazancı da mekruhtur. İslâm dini, menfaat temininden önce, zarar verecek şeyi defetmeyi hedef almıştır.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://www.ultracimbom.biz
Körfez
Admin
Admin
Körfez


Erkek
Mesaj Sayısı : 22924
Nerden : KOCAELİ
Galatasaray'da Favori Futbolcusu : Mehmet Topal
Rep Gücü : 657
Kayıt tarihi : 17/02/08

3 Bin Seçme Fetva - Sayfa 7 Vide
MesajKonu: Geri: 3 Bin Seçme Fetva   3 Bin Seçme Fetva - Sayfa 7 Empty30/8/2008, 15:44

KUMAR-ŞANS OYUNLARI
2243 - Soru: Satranç oynamanın mahzuru olmadığını söyleyenler var. Siz ne dersiniz?
Cevap: Şayet para karşılığı olursa kumardır, haramdır. Fakat oyunda yenilmiş olandan bir para alınmayacak ise mekruhtur. (Fetava-i Hindiye c. 5, s. 352)
2244 - Soru: "Lâdes" tutmakta dinen bir mahzur var mıdır?
Cevap: Evet, karşıdaki şahsı aldatıp da malını almakla sonuçlanan bir oyun olduğu ve her iki taraf arasında yapılmakta olan bir bahs-i müşterek olduğundan kumardır. Dolayısıyla alınacak para haramdır.
2245 - Soru: Bazı kimseler kumar oynar, fakat oyun karşısında para falan almaz. Sadece vakit geçirmek için oynuyorlar. Bundaki hükmü açıklar mısınız?
Cevap: Hayat gibi değerli bir sermayeyi, oyun masasında heder etmek kumarın bir çeşididir.
2246 - Soru: Dinimizde müsabaka var mıdır? Diğer bir ifade ile, dinimiz müsabakaya müsaade etmiş midir?
Cevap: Binicilik ve atıcılık sahasında veya yürüme ve koşma gibi bedeni faaliyetlerde müsabaka caiz görülmektedir. Zira bunlar, bineğin idman yaptırılmasına veya bedeni hareketlerin geliştirilmesine, dolayısıyla düşmana karşı kuvvet kazanmaya yardımcı olur. Güreş de bunlar arasına katılabilir. Ancak göbekten diz kapağına kadar olan kısmın örtülmesi ihmal edilmemelidir. Bu yarışmalarda karşılıklı olarak konulan para, bahs-i müşterek olacağından kumar nevine dahildir ve haramdır. Fakat tek taraflı bir menfaat konulacak ve "Eğer sen şu hedefe isabet ettirebilirsen sana şu kadar para var. Şayet ben vuracak olursam bir şey istemem" denilmiş olsa, konulan para "ödül" olacağından haram değildir. "Senin at benimkini geçerse sana şu kadar lira veririm. Benimki senin atı geçerse bir şey istemem" şeklindeki paralı yarışma da tek taraflı olduğu için caizdir. (Fetava-i Hindiye, c. 5, s. 324)
2247 - Soru: Bir zamanlar kumar oynuyordum. "Bir daha oynamayacağım" diye Kur'an-ı Kerim'e el bastım. Altı ay sonra tekrar oynadım. Bundan kurtulabilmem için ne lâzım gelir. Affım için ne yapmalıyım? Beni ikna edecek şekilde cevaplarınızı istiyorum.
Cevap: Sizi ikna edip edemeyeceğimi bilemem. Çünkü siz, kendinize güvenmekte, verdiğiniz karara Allah'ı şahit tutmakta ve sonra da sözünüzü bozmaktasınız. Halbuki bu sözde ölesiye kadar durmanız gerekirdi. Kulluk imtihanında başarılı olmak, gerek ezelde verdiğimiz sözde, gerekse bu alemde verdiğimiz sözde, ahde vefa göstermektir. Nefsani heva ve hevesler, bir yerde karşımıza dikilerek, tapınırcasına itaat bekler. Size tavsiyem: Önce kumara -bir daha oynanamak üzere- "paydos" deyin. Daha sonra salı, çarşamba ve perşembe günleri oruç tutun. Yatsıdan sonra tesbih namazı kılın. Bu namazı beceremezseniz iki rekâtlı nafile namaz kılın.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://www.ultracimbom.biz
Körfez
Admin
Admin
Körfez


Erkek
Mesaj Sayısı : 22924
Nerden : KOCAELİ
Galatasaray'da Favori Futbolcusu : Mehmet Topal
Rep Gücü : 657
Kayıt tarihi : 17/02/08

3 Bin Seçme Fetva - Sayfa 7 Vide
MesajKonu: Geri: 3 Bin Seçme Fetva   3 Bin Seçme Fetva - Sayfa 7 Empty30/8/2008, 15:44

FAİZ
2248 - Soru: Bizim buradaki (Almanya) tasarruflarımıza verilen banka faizleri helâl midir, kullanabilir miyiz?
Cevap: Alman bankalarından aldığınız faizleri kendinize sarfetmemenizi tavsiye ederim.
2249 - Soru: Faizi kullanmak helâl midir, değil midir?
Cevap: Müslümana faizin her çeşidi haramdır.
2250 - Soru: Faiz kaç nevidir?
Cevap: Faiz iki çeşittir: Ribai fadl, ribai nesie. Ribai fadl, tartılan veya ölçülen şeylerin kendi cinsi ile peşin olarak ve fakat ziyadesi ile satılması ile meydana gelir. Ribai nesie ise, bu gibi şeyleri veresiye olarak mübadele etmektir. İsterse mübadale edilen iki mal birbirine eşit olsun.
2251 - Soru: Türkiye'deki bir bankada bulunan parasının faizini kabul etmeyen ve bankada bırakmak istemeyen bir kimse, paranın faizini nereye verebilir?
Cevap: Faiz haramdır. Bu paranın alınması yanlıştır. Ancak talep etmeksizin tahakkuk eden bir faizin bankaya bırakılması da o sistemin daha da güçlenmesi demektir. Bu parayı açlıktan ölecek, giyecek veya yakacaksızlıktan hastalanacak durumdaki bir fakire veya yapılmakta bulunan bir helâ'nın (WC) inşasına verebilir.
2252 - Soru: Benim bir evim var. Orayı kiraya verdim, fakat kiradan almakta olduğum para bana yetmiyor. Ben bu evi satıp bankaya yatırsam orada bana faiz olarak daha çok para gelecek ve bu para (faiz) de bana yetecek. Ben bu şekilde hareket etsem, dinimizce doğru bir harekette bulunmuş olur muyum?
Cevap: Böyle bir davranış, asla caiz görülemez. Münasip bir iş ve alışveriş yolu yapmak varken neden faiz almaktan fayda umulmaktadır? Allah'ın haram kıldığı bir şey, kişinin ahiret sorumluluğunu muciptir.
2253 - Soru: Faizle para alıp kullanmak caiz midir?
Cevap: Değildir. Faizle ilgili muamelelerden son derece sakınmak gerekir.
2254 - Soru: Zeyd, kimseden karz-ı hasen olarak para alamaması sebebiyle, faizden kaçınmak için, başkasından veresiye olarak ve piyasa fiyatından daha yüksek bedelle mal alsa ve bunu da peşin fiyatla piyasadaki rayiç üzerinden bir başkasına satsa ve bu şekilde ihtiyacını görse bunun bir mahzuru var mıdır? Caiz midir, değil midir?
Cevap: Para elde etmek için, veresiye olarak bir malı yüksek fiyata satın almak, bîr alışveriş muamelesi olarak incelenince geçerli sayılırsa da borçlanmaya yol açacağından dolayı kerahet vardır. Faizden kurtulmak için bundan başka çare kalmazsa bu yoldan yürünebilir. Ancak başka bir çare ve imkân mevcut olunca bu muamelede kerahet bulunmaktadır. Bu cevaz, mekruh olarak cevazdır. (Hukuk-ı İslamiyye ve Istılahat-ı Fıkhiyye Kamusu, c. 5, s. 109, madde: 400)
2255 - Soru: Benim 40 bin lira param var. Bir şahsa, "Al şu 40 bin lirayı çalıştır. Buna karşılık olarak bana ayda 800 lira ver" diyorum. Bu 800 lira faiz midir, yoksa bir nevi ticaret midir?
Cevap: Alınacak bu para faizdir. Ticarette kâr ve zarara ortak olmak şartı vardır. Yalnız kâr almak ve fakat zarara iştirak etmemek faiz olur.
2256 - Soru: Bir tüccar, parası peşin olarak müşteriye ucuza satmakta, veresiye alanlara, "Şu zamana kadar bedelini ödemezsen bu kadar fazla verirsin" diyor. Bu, faiz olur mu?
Cevap: Veresiye satışı, alışveriş akdinin yapıldığı sırada, peşinden daha fazlaya satmak mekruh ise de faiz olmaz. Fakat, sizin belirttiğiniz gibi olursa faiz olur. Zira gösterilen müddet içinde ödenmesi gereken para, esas malın karşılığıdır. O zaman içinde ödenmemesi halinde istenilen karşılıksız bedel ise faizdir.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://www.ultracimbom.biz
Körfez
Admin
Admin
Körfez


Erkek
Mesaj Sayısı : 22924
Nerden : KOCAELİ
Galatasaray'da Favori Futbolcusu : Mehmet Topal
Rep Gücü : 657
Kayıt tarihi : 17/02/08

3 Bin Seçme Fetva - Sayfa 7 Vide
MesajKonu: Geri: 3 Bin Seçme Fetva   3 Bin Seçme Fetva - Sayfa 7 Empty30/8/2008, 15:44

FOTOĞRAF-RESİM
2257 - Soru: Resim ve karikatür yapmanın dinen bir mahzuru olup olmadığının bildirilmesi ve bu hususta tavsiyeniz ne olabilir?
Cevap: Canlı olmayan şeylerin resmini veya modern resim adı verilen çizgi ve renk tenasübünden ibaret bulunan resimleri yapmanızda bir mahzur yoksa da canlı varlıkların resmini yapmaya İslâmiyet müsaade vermemiştir. Heykelden kaçınmak şartı ile mimarinin ve güzel sanatların her çeşidi; canlı resim olmadıkça, minyatür, tezhib ve manzaraların hepsi serbesttir. İslâmiyet resmi tamamen yasaklamamıştır. Ancak resmi canlı olmayanlarla sınırlamıştır.
2258 - Soru: Biz bazen toplantılara gidiyoruz ve oralarda resim çekiyoruz. Bazen de baba ve annemizin fotoğrafını çekiyoruz. Acaba bunda bir mahzur var mıdır?
Cevap: Zaruret olmadıkça resim çekme ve çektirmeye heveslenmeyiniz.
2259 - Soru: Ben burada bir fotoğraf makinesi alıp arkadaşların fotoğraflarını çekerek kazanç temin etmek istiyorum. Acaba bu fotoğrafın ticareti bize helâl olur mu?
Cevap: İslâm'ın yasakladığı sahada kâr aramayı bırakınız. Onun yerine başka bir iş yapmaya bakınız.
2260 - Soru: Resim yapmanın haram olduğu hakkında "Riyazü's-Salihin" adlı kitapta birtakım Hadis-i Şerifler vardır. Fotoğrafın haram olmaması hakkında bir deliliniz var mı?
Cevap: Böyle bir delil yoktur. Zaruret hali bu hükmün müstesnasıdır.
2261 - Soru: Bir kimsenin kolunda barut ile Kıbrıs haritası şeklinde dövme yapılmış olsa İslâmi açıdan zararı var mıdır? Yapılan ibadetlere de zararı olur mu?
Cevap: İslâmi hükümlere göre böyle bir hareket lanetlenmiştir. "Veşim" adı verilen bu dövmeyi yaptırmamalıdır. Fakat bu iş, yapılan ibadetin sıhhatine tesir edecek mahiyette değildir.
2262 - Soru: Evde olan manzarada ufak da olsa insan (veya diğer canlı) resminin bulunmasında mahzur var mıdır? Bu gibi manzaralarla evi süsleyebilir miyiz?
Cevap: Dinimizin emirleri dikkate alınınca, resim olan eve melek girmez ve resme karşı namaz kılınmaz. Canlı bir varlığın resmi bulunmayan manzaraları tercih ediniz.
2263 - Soru: Fotoğraf çekmekte bir mahzur var mıdır?
Cevap: Zaruret olmadıkça bundan sakınmamız lâzımdır. Zaruret hali, vesikalık fotoğraflarla sınırlı olmaktadır.
2264 - Soru: Çekilmiş bir fotoğrafı camlatıp asabilir miyiz?
Cevap: Hayır. Kapalı bir yerde bulundurmanızı tavsiye ederim.
2265 - Soru: Bazıları fotoğraf çektirmekte bir beis yoktur. Asıl memnu olan el ile kişinin resmini çizmektir diyor. Bu kanaat doğru mu?
Cevap: El ile çizmek günahın büyüklüğü cihetinden ileridir. Makine ile çekmek, bunun hafiflemiş şekli ise de mahzurdan hali görülmemektedir.
2286 - Soru: TV'den gayri meşru olmayan bir filmi seyretmekte bir mahzur var mı?
Cevap: Filmle ilgili olarak kullandığınız "gayri meşru olmayan" tabiri muğlak olup, izaha hacet bulunan bir ifadedir. Şöyle ki:
a) Filmin mevzuu, İslâmi hükümlere aykırı ise gayri meşru bir filmdir.
b) Açık ve saçık kadın artistlerin bulunduğu bir film ise yine gayri meşrudur.
c) Aşk sahneleri bulunan ve seyircilerin üzerinde menfi tesir icra edecek bir film ise gayri meşrudur.
d) Hıristiyanlık, Yahudilik gibi batıl dinlerin; komünizm gibi sapık ideolojilerin propagandası yapılan bir film ise gayri meşrudur.
e) Oynatılmakta bulunan bir film, mahremlik kurallarına dikkat etmeden kadın-erkek karışık halde oturup seyredilmekte ise, onu temaşa etmek gene gayri meşrudur.
f) Onu seyretmekte iken bir namazın kazaya kalması ihtimali varsa, yine gayri meşrudur.
2267 - Soru: Bir kimsenin evinin duvarına halı takması caiz midir?
Cevap: Ziynet için takılıyorsa bunda kerahet vardır. (Fetava-i Hindiye, c. 5, s. 359)
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://www.ultracimbom.biz
Körfez
Admin
Admin
Körfez


Erkek
Mesaj Sayısı : 22924
Nerden : KOCAELİ
Galatasaray'da Favori Futbolcusu : Mehmet Topal
Rep Gücü : 657
Kayıt tarihi : 17/02/08

3 Bin Seçme Fetva - Sayfa 7 Vide
MesajKonu: Geri: 3 Bin Seçme Fetva   3 Bin Seçme Fetva - Sayfa 7 Empty30/8/2008, 15:45

CİNCİLİK-NAZAR-MUSKA-CİN-ŞEYTAN
2268 - Soru: Şeytan (aleyhilla'ne) bütün ibadetleri yaptığı halde Allah'a (cc) hamd ve şükrünün bulunmaması; tardına sebep gösterilmektedir. Bunun ne derece doğru olduğunu açıklayınız?
Cevap: Şeytanın rahmet-i ilâhiden kovulmasına ve lanetlenmesine, onun Hz. Adem'in önünde kibre kapılıp, saygı göstermemesi sebep olmuştur.
2269 - Soru: Cincilik yapmak, yaptırmak doğru mudur? Cinleri toplayıp dağıtan ve gaybı bilen hoca var mıdır?
Cevap: Bu gibi işlerle meşgul olmak ve yaptırmak asla doğru değildir. Gaybı Allah'tan (cc) başkasının bilmesi düşünülemez.
2270 - Soru: Yıldıznâme denilen kitap doğru (güvenilecek) bir kitap mıdır?
Cevap: Değildir. O, haddizatında kitap değil, nushacıların sanat icra ettikleri fal bakmayı andıran bir şeydir. Rabbimizin inzal buyurduğu Kur'an-ı Kerim yasakladığı halde, "Yıldızname"ye bel bağlamak abes olur.
2271 - Soru: Fal açmak ve açtırmak günahtır. Fakat açılan falda sonuç olarak söylenen söz doğru mudur?
Cevap: Falın başlangıcı da sonucu da yanlış olduğu için yasaklanmıştır. Fal, yuvarlak lâf ve değişik ihtimalleri kuşatan bir oyunbazlıktır.
2272 Soru: Mecnun kime denir?
Cevap: Tıbbi yönden meseleye bakılacak olursa, akli dengesi yerinde olmayana denilmektedir. Akıl ve hikmet yönünden meselenin üzerine eğilecek olursak, Allah'ın (cc) emrini dinlemeyen kimseye "mecnun" adı verilir. Adamın biri Peygamber (sav) Efendimiz'e uğramış ve "Ey Allah'ın Resulü, şu kimse mecnundur" demişti. Akılları tenvir ve zihinleri tathir eden Peygamber (sav) Efendimiz şu cevabı verdi: "Mecnun, Allah'a isyanda devam eden kimsedir. (Bu gibi hastaya) Musab deyiniz."
2273 - Soru: Peygamber (sav) Efendimiz'e cinlerden iman eden olmuş mudur?
Cevap: Evet, olmuştur. Nasibin cinlerinden bir heyet Batn-ı Nahle'ye uğramışlardı. Orada iken Peygamber (sav) Efendimizin okuduğu Kur'an-ı Kerim ayetlerini dinlediler ve iman ettiler.
2274 - Soru: Cinlerin yiyecekleri nelerdir?
Cevap: Besmele ile kesilmiş hayvanların kemikleri cinlerin yiyeceğidir. Peygamber (sav) Efendimiz bu hususu açıklayan bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmaktadır: "Tezekle ve kemikle taharet almayın. Çünkü bunlar, cinlerden kardeşlerinizin azığıdır" Cin taifesi, Peygamber (sav) Efendimiz'in duası ve mucizeleri sebebiyle, kemiği, üzerindeki eti ile; tezeği de arpa ve saman şeklinde görmekte ve ondan açlıklarını gidermektedirler.
2275 - Soru: Cinlerle insanlar arasında evlilik olabilir mi?
Cevap: İki tarafın rızasına ve icap ile kabul esasına dayalı bir nikâh akdi ile cin ve insan arasında evlilik cereyan edemez. Bir cinnin insana saldırması ve onu aldatması akla gelebilir. Tecavüzün vukuu, aralarında evliliğin meşru olduğunun delili olarak gösterilemez. Gerek sevgi, gerekse yiyip içmek yönünden insanlar ile cin arasında uyuşmazlık mevcuttur. Bu ayrılıklar sevginin doğmasına, evliliğin tesisine ve hele devamına mani bulunmaktadır.
2276 - Soru: Cinlerde ölüm var mıdır?
Cevap: Evet, ömürleri dolunca onlar ölürler. Peygamber (sav) bir dualarında, Cenab-ı Hakk'a şöyle niyaz etmişlerdir: "Sen öyle bir Hayy'sin ki asla ölmezsin, halbuki cin ve insanlar ölürler."
2277 - Soru: Halk arasında 'Cin başka, şeytan başka' diye bir söz vardır. Bunun doğruluk derecesi nedir?
Cevap: Cin ile şeytan, yaratıldıkları madde itibariyle birbirinden ayrı birer varlık değildirler. Aralarındaki ayrılık sadece iman edip etmemeleri itibariyle olmaktadır.
2278 - Soru: Cinler, inanç yönünden insanlarda olduğu gibi birçok sınıflara ayrılmakta mıdır?
Cevap: Evet, cinler önce iman etmiş olmak veya kâfir olarak kalmak yönünden ikiye ayrılmaktadırlar. Kâfir olanlarının müşrik olanları bulunduğu gibi, İsevi ve Musevi olanları da vardır. Peygamber (sav) Efendimize iman eden Nasibin cinleri Yahudi idi. Onların iman edenlerinin ehl-i sünnet mezhebinden olanları bulunduğu gibi, bid'at ehlinden olanları da mevcuttur. Bir mezhebi taklit edenlerin Hanefisi, Maliki olanı, Hanbeli ve Şafii mezhebinden bulunanı vardır.
2279 - Soru: Cinlerde ibadetle mükellefiyet var mıdır?
Cevap: Sure-i Zâriyat'ın 56. Ayet-i Kerimesi, onlarda mükellefiyetin bulunduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Cenab-ı Hak, bahsi geçen Ayet-i Kerimede, "Ben cinleri de insanları da ancak bana kulluk etsinler diye yarattım" buyurmaktadır.
2280 - Soru: Cinlerde Allah'a (cc) karşı sorumluluk var mıdır?
Cevap: Mükellefiyet olunca sorumluluğun olacağı tabiidir. Cenab-ı Hakk bir Ayet-i Kerimede bunu şöyle açıklığa kavuşturmaktadır: "Ey cin ve insan cemaati, içinizden size ayetlerimi nakleden, bu gününüzün gelip çatacağını inzar ile haber verir peygamberler gelmedi mi size?"
2281 - Soru: Cinler cennete girecekler mi?
Cevap: Abdü'l-Vehhab Şarani Hazretleri, Rahman Suresi'nin 56. Ayet-i Kerimesi ile delil getirerek, onların cennete gireceklerini ifade etmektedir.
2282 - Soru: Cinler hakkında geniş bilgi verir misiniz?
Cevap: Bu hususla ilgili malumatı İslâmi eserlerden naklen aşağıya alıyorum:
"Cin" lâfzı ile çok kere insan karşılığı bir varlık kastedilir. Bu kelimenin müfredi "Cinni"dir. Frenklerin "Genie", Lâtinlerin "Genius" dedikleri de budur. (Hak Dini Kur'an Dili c. 7, s. 5381)
Kur'an-ı Kerim tetkik olunduğu zaman, cinnin yalın bir ateşten hem de çok zehirli bir ateşten yaratıldığı görülmektedir. "Ateşten yaratılmış, muhtelif şekillere girebilen cism-i lâtif" diye tarif edilen cin, bir Hadis-i Şerifte şöyle açıklanmaktadır: "Melekler, nurdan; cinler, dumanı kesilmiş yalın bir ateşten yaratıldı. Adem (aleyhisselâm) ise, size vasf olunan (toprak)dan yaratıldı."
Ateş üç şeyi bünyesinde toplamıştır: Nur, duman ve alev. Nurun ışığı, dumanın karartısı, alevin de zarar verici bir hali vardır. Ateşten yaratılan cin, mahiyetindeki hususiyetlere göre, iman ve salâha; küfür ve dalâlete müsait bulunmaktadır. Bu itibarla cin taifesinden mü'min olan da vardır, kâfir olan da bulunmaktadır. Onların salihleri de, kötüleri de mevcuttur.
Cinnin yaratıldığı zamana açıklık getiren bir Ayet-i Kerimede şöyle buyurulmaktadır: "Andolsun ki biz, insanı kuru bir çamurdan suretlenmiş bir balçıktan yarattık; cânnı da daha önce çok zehirli bir ateşten halk ettik."
Cinlerin mahiyetleri cism-i lâtif olduğu için Peygamberler ve velilerden başkası cinleri yaratıldıkları surette göremezler.
Gerek cinlerde gerekse şeytanlarda yiyip içme vardır. Bu hususu sahih hadisler ortaya koymaktadır. Peygamber (sav) Efendimiz buyuruyorlar ki: "Şeytan, hiç şüphesiz, sol eli ile yer, sol eli ile içer." Şeytan, besmele çekmeden yemeğe oturanların sofrasına sokulur ve onlarla birlikte yemeğe başlar.
Peygamber (sav) Efendimiz'e iman etmek üzere gelen Nasibin cinleri, Resul-i Ekrem (sav)'den yiyecek bir şeyin tahsisini niyaz etmişlerdi. Bu hususu açıklayan bir Hadis-i Şerifte şöyle buyurulmaktadır. "Ben, cinlerin kemik ve tezeğe uğradığında onlar üzerine yiyecek bulmaları için Allah'a dua etmiştim.", "Tezek ve kemikle taharet almayın. Çünkü bunlar, cinlerden kardeşlerinizin azığıdır."
Cinlerde evlenme ve çoğalma vardır. Onların cism-i lâtif olmaları, üremelerine engel değildir.
2283 - Soru: Harut ve Marut meleklerinde isyan var mıdır?
Cevap: Meleklerle ilgili İslâm itikadı gözden geçirilirken, meleklerin Allah'a (cc) isyan etmeyecekleri açıkça görülmektedir. Bu husus, Kur'an-ı Kerim ayetleriyle sabittir. Hal böyle iken, Harut ve Marut adındaki meleklerle ilgili olarak halkın dilinde dolaşan ve bazı kitaplarda yer alan asılsız söylentilerin İslâmi inançlarla bağdaşması kabil değildir.
Bu gibi söylentiler İsrailoğulları'nın verdikleri haberlere racidir. Çünkü bu hususta isnadı, günahtan masum ve her hususta doğru bulunan Yüce Peygamberimize ulaşan sahih ve merfu bir hadis yoktur. (Tefsir-i İbni Kesir c. 1, s. 141)
Ne Allah Teala'nın kitabında, ne de Resulullah (sav)'m hadislerinde bu haberin doğruluğuna dalâlet eden bir beyan da mevcut değildir. (Celâl: Akaaid-i Adudiye şerhi s. 56)
Bu babta uydurulan hurafelere itimat olunmamalıdır. İşte sahih olan haber, Kitabullah'tadır. (Kur'an-ı Kerim ve Meal-i Kerim c. 1, s. 102, 56 no'lu haşiye)
Harut ve Marut isimli meleklerle ilgili meselenin ehl-i sünnet mezhebi hükümlerini zedelemeyecek yönü şöyledir: Süleyman Aleyhisselâm zamanında şeytanlaşmış insanlar, cin şeytanları sihir yolu ile kendilerine bağlamışlardı. Cin şeytanları, semalara doğru yükselerek, yeryüzündeki hadiselerle ilgili melek konuşmalarından kulak hırsızlığı yaparlar. Duydukları bir söze yüz tane de yalan katarak o devrin kâhinlerine ve sihirbazlarına aktarırlardı.
Şeytanların melanetlerini yayan bu gibi kimseler, yalan yanlış haberleri halkın arasında yaymaya çalışırlar ve yazarak halka okurlardı.
Bu kâhinler cin toplamayı ve onlar vasıtası ile sihir yapmayı halk arasında yaydılar. Beşeri topluluklarda baş gösteren fesat ve kargaşalıklar yüzünden halk arasında yanlış inançlar yayılmaya başladı. Birtakım kimseler, cinlerin gaybı bildiğini iddia eder ve inanır oldular.
İşte bu sırada Cenab-ı Hak, hikmet-i ilâhisi iktizasından olarak Harut ve Marut isimli melekleri indirdi ve Babil şehri halkına gönderdi. Bu melekler, halka sihrin zararını ve mahiyetini haber veriyor, mucizeyi sihirden ayırt edecek bilgi ile insanları teçhize çalışıyorlardı. Sihrin doğruluğuna inanıp veya sihre dair olan şeyler kullanıp da küfre düşmemeleri için insanları ikaz ediyorlardı. Bu hususla ilgili Ayet-i Kerimeyi okuyucularımızın ıttılaına arz edip daha sonra tahliline girişmek isteriz.
"Şeytanların; Süleyman'ın mülk(-ü saltanat ve nübüvveti aleyhinde uydurup takip ettikleri şeylere (yalanlara) uydular. Halbuki Süleyman asla kâfir olmadı. Fakat o şeytanlar kâfirdirler ki, insanlara sihri (büyücülüğü) ve Babil'deki iki meleğe, Harut ve Maruta indirilen şeyleri öğretiyorlardı. Halbuki onlar, (o iki melek), 'Biz ancak fitneyiz (imtihan için gönderilmişizdir) sakın (sihir, büyü yapıp da) kâfir olma' demedikçe hiçbir kimseye (sihir) öğretemezlerdi. İşte onlardan (o iki melekten) koca ile karısının arasını ayıracak şeyleri öğreniyorlardı." (Sure-i Bakara: 102)
Yukarıdaki ayetin meali tetkik süzgecinden geçirildiğinde bazı hakikatler gözden kaçmamalıdır. Şöyle ki:
a) Ayet-i Kerimedeki "Ve mâ ünzile" cümlesi, yukarıdaki "Essihra" kelimesine matuftur. Matuf ile matufun aleyh'in birbirine mugayir olacağı ilmi ile zarurettir. Bu itibarla Harut ve Maruta indirilen bilgiler sihir değildir. Fakat sihir halinde kullanmaya müsait bulunuyordu. Bu sebeple o bilgileri kötüye kullanmanın küfr olacağı bu melekler tarafından haber veriliyordu.
b) "Essihra" kelimesi, "Yuallimûne" fiilinin ikinci mef'ulü; "Ve mâ ünzile" cümlesi, bunun matufu olduğuna göre, sihri de, meleklere indirilen bilgileri sihir olarak kötüye kullanmayı da halka öğretenler şeytanlar idi.
c) Melekler, sihrin mahiyetine ışık tutuyorlar, onun itikadi zararlarını ve ameli safhasının küfre götüreceğini haber veriyorlardı. Sihrin haram olan yönü, onun nasıl yapıldığını bilmek olmayıp, ameli haysiyetidir. Yani, sihrin nasıl yapılacağını bilmek değil, bizzat sihir yapmaktır. (Hak Dini Kur'an Dili, c. 1, s. 447)
d) Harut ve Marut, sihrin ilmi cihetine ışık tutarken, "Biz ancak bir fitneyiz (imtihan için gönderilmişiz), sakın (sihir yapıp da) kâfir olma" diyerek, sihrin ameli tarafından halkı nehyetmekte ve gerekli ikazda bulunmaktaydılar.
e) Koca ile karısının arasını ayıracak şeyi öğrenme arzusunun halktan gelmiş bulunduğunu, Harut ve Marutun, "Gelin, size zevç ile zevcenin arasını ayıracak şeyi öğretelim" diye bir çağrı vaki olmadığını ayetin metnindeki "Yeteallemûne" ifadesinden açık ve seçik olarak anlamaktayız.
İşaret edilen bu noktalardan başka, Harut ve Marut diğer melekler gibi günahtan uzaktırlar. Kur'an-ı Kerim'den meleklerle ilgili bazı ayetleri din kardeşlerimizin ıttılaına arz ederek mevzuyu daha açık hale getirmek isteriz: "Onlar, Allah'ın kendilerine emrettiği şeylere asla isyan etmezler." (Sure-i Tahrim: 6)
"Hayır, onlar ikrama mazhar edilmiş kullardır. Bunlar söz(leriy)le asla onun önüne geçmezler. (Bilâkis) bunlar, ancak onun emriyle hareket ederler." (Sure-i Enbiya: 26-27)
2284 - Soru: Bazı kimselerde uyku ve uyanıklık arasında bir kuvvetin üzerine çöktüğü, insanı hareketsiz bıraktığı ve aynı zamanda bu duruma evvelce okuyarak yatmanın tesir etmediği, yakinen bilinen bir husustur. Bu durumun hayra veya şerre delâleti var mıdır?
Cevap: Ervah-ı habisenin tesiri ile olabilir. Bunun önüne geçmek için, yattığınız yerde ekmek kırıntıları bırakmayın ve
yatmazdan önce abdest alın. İhlas, Muavezeteyn sureleri ile Ayetü'l-Kürsi'yi okumayı ihmal etmeyiniz.
2285 - Soru: Sihirbazlık yapan bir kimsenin karşısında, onun zararından korunmak için hangi duayı okumak lâzımdır?
Cevap: Muavezeteyn surelerini (Kur'an-ı Kerim'in en sonundaki iki sureyi) okuyunuz.
2286 - Soru: Nazar değen kimselere nazar duası nasıl okunur? Okurken üfürülür mü?
Cevap: Okumanın sona erdiği sıralarda üfürme varsa da üfürükle birlikte tükürme yoktur.
2287 - Soru: İnsana mermi vesaire isabet etmemesi için muska diye halk arasında bir şey var. Şeriatımızda bunun yeri var mıdır?
Cevap: İnsanları maddi ve manevi zararlardan korumak için okunacak dua ve takınacak vefkların bulunduğunu bilmekte ve inanmaktayız.
2288 - Soru: Kendisine büyü yapılması sebebiyle hasta olan bir genci, bir ihtiyar hocaya götürdüler. Bu hoca büyü yapıldığını söylemiş, muska yazmış ve sevdiği herhangi bir kızla evlendirilmesi gerektiğini söylemiş. Ondan sonra hasta iyi olmuş. Bu hocanın ve hastayı götürenlerin hareketi doğru mu?
Cevap: Hastalık sebebi maddi ise, doktora götürmeli ve o yoldan tedavi imkânı aramalıdır. Şayet ruhi ve manevi bir hastalık ise, ehli olan bir kimsenin okuması ile iyileşmesi umulur.
2289 - Soru: Şifa ayetlerinden muska yazmak caiz olur mu? Pazarlık yapmadan hediye olarak para alınabilir mi?
Cevap: Dinimizde sihir haramdır. Fakat bir hastaya şifa ümidiyle okumakta hiçbir mahzur yoktur. Bu hususta pazarlık yapmak doğru değildir. Ancak, okuyan şahsın, hediye olarak verilen parayı alabileceği Fetava-i Abdürrahim'den naklen (Hulasatü'l-Ecvibe c.2, s. 164'te) açıklanmıştır.
2290 - Soru: Göz isabetine tutulan kişiye bazı yerlerde esneyerek tuz çevirirler. Tesadüf bu ya, şifa bulduğu oluyor. "Falancaya biz tuz çevirttik de geçti" diye itikad ederler. Bu hususun dinimizdeki yeri nasıldır. Malı kaybolan kişi, "Falan adamı bir esnetsek de, kaybolan mala bir zarar gelmese" diyerek aynı şeyi yaparlar. Bu inanç nasıldır?
Cevap: Bu gibi şeylerin dini ve ilmi hiçbir dayanağı yoktur.
2291 - Soru: Vesveseden nasıl kurtulabilirim?
Cevap: Size naçiz tavsiyemiz şu olacak: Kendinize daima vesvesenin aksini telkin ediniz.
Bu hal sizden geçesiye kadar, abdest uzuvlarını ancak bir defa yıkayınız, güzelce ovalayınız ve "Abdestim tam oldu" deyiniz. Vesveseyi def için "Euzü" çekiniz.
Her gün sabah ve akşam Ayetü'l-Kürsi'yi, Muavezeteyn surelerini yedişer defa okuyup üzerinize üfleyiniz. Vesvese dalgaları kalbinize tazyik yapmaya başladığında "La havle velâ kuvvete illâ billâhi'l-aliyyi'l-azim" demeyi dilinizden eksik etmeyiniz. Bir de boy abdesti aldığınız yere idrar (işeme) yapmayınız.
Sizin durumunuzda kaç kişi bilirim ki zamanla iyileştiler ve normal hayata kavuştular. Siz de iyileşeceksiniz. Şafı-i Hakiki olan Cenab-ı Hakk'a iltica ediniz. Yalnız yazılanları aynen uygulayınız. Rahman olan Allah'tan (cc) afiyetler diliyorum.
2292 - Soru: Göz değmesine karşı kurşun dökmek âdeti var. Bunun dinimizdeki yeri nedir?
Cevap: Nazar değmesi varsa da buna karşı tedavide veya hastanın nazara uğrayıp uğramadığını anlamakta kurşun dökmek dini ve ilmi bir esasa dayanmamaktadır.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://www.ultracimbom.biz
Körfez
Admin
Admin
Körfez


Erkek
Mesaj Sayısı : 22924
Nerden : KOCAELİ
Galatasaray'da Favori Futbolcusu : Mehmet Topal
Rep Gücü : 657
Kayıt tarihi : 17/02/08

3 Bin Seçme Fetva - Sayfa 7 Vide
MesajKonu: Geri: 3 Bin Seçme Fetva   3 Bin Seçme Fetva - Sayfa 7 Empty30/8/2008, 15:45

KIYAMET ALÂMETLERİ
2293 - Soru: İnandığımız kıyametin alâmetleri nelerdir?
Cevap: Deccal'in çıkması, Hz. İsa'nın semâdan yeryüzüne inişi. Yecüc ve Mecüc'ün çıkması, güneşin batıdan doğması, Dabbetü'l-Arz'ın çıkışı gibi şeylerdir. Bunlar, kıyametin kopmasından önce meydana gelecektir. Daha geniş ve etraflı bilgi için Ömer Nasuhi Bilmen merhumun "Muvazzah İlm-i Kelâm" adlı eserini okumanızı tavsiye ederiz.
2294 - Soru: Katır denilen hayvanın yavru yapmasına kıyamet alâmetidir diyorlar. Böyle bir şey var mı? Varsa hangi kitapta yazıyor?
Cevap: Böyle bir şey yoktur. Söylenen bu sözün dini bir kaynağı mevcut değildir.
2295 - Soru: Kıyamet kopmazdan önce ne gibi şeyler olacak?
Cevap: Bu hususla ilgili cevabı, tarafımızdan tercüme edilen İmam Birgivi'nin "Ravzat'ül Cennât" adlı eserinden naklediyoruz.
"Kıyametin kopmasını hazırlayan birtakım şartlar vardır. Bunlar vaki olmadıkça kıyamet kopmaz. Bu şartlar:
1 - Deccal'in çıkması: Deccal, bir gözü kör, saçları dağınık, beraberinde cennet ve cehennem (gibi görünen aldatıcı şeyler) bulunan bir kimsedir. (Hakikatte) ateşi, cennet; cenneti ise ateştir.
2- Hazreti İsa'nın inişi: İsa aleyhisselâm, Peygamberimizin (taraf-ı ilâhiden getirdiği İslâm) şeriatı üzerine (âmil) olacak ve Deccal'i o katledecektir. Yeryüzünde Allah'ın (cc) dilediği müddet kadar duracak, sonra vefat edecektir. Müslümanlar onun cenazesi üzerine namaz kılıp (toprağa) defnedeceklerdir.
3- Yecüc ve Mecüc'ün çıkması: Bunlar, Hz. Nuh'un oğlu Yafes'in evlâdından türemiş iki kabiledir. Yecüc ve Mecüc, ademoğlunun onda dokuzunu teşkil edecek (kadar kalabalık)tırlar. İnsanlar ile harp ederler. Sonra, Hz. İsa'nın duası (berekâtı) ile Yüce Allah onları helak edecektir.
4- Güneşin gurup ettiği yerden (batıdan) doğması: Güneşin garptan doğuşunu halk gördüğünde hepsi iman etme yolunu tutarsa da onların (korkuya dayalı bu) imanları, kendilerine fayda vermeyecek, daha evvelden iman etmiş veya imanda bir hayır kazanmış olmayan hiçbir kimseye (o günkü) imanı asla fayda vermez.
5- Dabbetü'l arz'ın çıkması: Bu hususla ilgili bir Ayet-i Kerimede buyruluyor ki: "O söz (ün mânâsı) kendilerinin aleyhinde (tahakkuk edip) vuku (ve zuhur)a geldiği zaman yerden bunlar için bir dabbe çıkarırız ki, bu, onlara insanların ayetlerimize kati bir kanaat beslemezler idiğini (başlarına kakarak) söyler." (Sure-i Neml: 82)
Dabbetü'l arzın boyu, altmış zirâdır. Kaçan kimse ondan kurtulamaz; (ardından) koşan da ona yetişemez. Bu canlının yanında Hz. Musa'nın asası ile Süleyman Aleyhisselâm'ın mührü bulunacaktır.
Bu varlık, elindeki asâ ile mü'minin alnına beyaz bir nokta (iz) yapar da yüzü (nün tamamı) bembeyaz olur. Kâfirin de burnuna, mühür ile siyah bir damga vurur da yüzü simsiyah kararır.
2296 - Soru: Yecüc ve Mecüc'ün Hz. Nuh'un Yafes ismindeki oğlundan türediğini okudum. Bunu yazan kitap ile "Dabbetü'l arz" nedir bunun hakkında da bilgi verirseniz memnun olurum.
Cevap: Yecüc ve Mecüc ile ilgili İmam Birgivi'nin "Ravdatüi-Cennât fi Usuli'l İ'tikad" adlı eserinde şu bilgiler yer alır.
Dabbetü'l arz'in boyu 60 zirâ'dır. Kaçan kimse ondan kurtulamaz. Ardından koşan ona yetişemez. Bu canlının yanında Hz. Musa'nın asası ile Süleyman aleyhisselâmın mührü olacaktır. Bu varlık, elindeki asa ile mü'minin alnına beyaz bir nokta (iz) yapar da yüzü bembeyaz olur. Kâfirin de burnuna mühür ile siyah bir damga vurur, yüzü simsiyah kararır.
2297 - Soru: Kıyametin alâmetlerinden olan Mehdi'nin vazifesi nedir? Bu hususta hadis var mı?
Cevap: Mehdi, yolunu sapıtmış kimselerin hidayetine, adaletin ikamesine, küfrün ve cehlin kaldırılmasına çalışacaktır. Peygamber (sav) Efendimiz'in soyundan bulunan Mehdi ile alâkalı hadis vardır. Sünen-i Ebu Davud'un c. 4, s. 107'de şu mealde iki Hadis-i Şerif bulunmaktadır: "Mehdi benim torunlarımdan, (kızım) Fatıma'nın soyundandır." Diğer Hadis-i Şerifte şöyle ifade edilmektedir: "Kâinat(ın ömrün)den ancak bir gün kalmış olsa bile, Allah (cc) benim soyumdan bir kişi gönderecektir. O, zulümle dolmuş bulunan kâinatı adalet ile dolduracaktır." Tirmizi Şerhi Tuhfetü'l-Ahvezi c. 6, s. 485'te şu Hadis-i Şerif vardır: "Ehl-i beytimden, adı adıma uygun bir kişi Arab kabilelerine sahip olmadıkça dünya (yıkılıp) gitmeyecektir." Bu husustaki Hadis-i Şerifler oldukça çoktur.
2298 - Soru: Deccal diye bildirilen şahıs bir insan mıdır? Deccal çıkmış mıdır? Duyduğuma göre, hadiste "Deccal'in sol gözü kör olacak" deniliyormuş. Bu hadis hangi kitaptadır -mümkünse sayfasını- da bildiriniz.
Cevap: Deccal ile ilgili beyanlar oldukça geniş ve birbirinden farklıdır. Deccal, fesat saçan bir kimse olacaktır. Bir gözü kördür. Bu mevzu ile alâkalı bazı Hadis-i Şerif meallerini aşağıya alıyoruz:
1 - "Hiçbir peygamber gönderilmemiştir ki, ümmetini tek gözü kör, çok yalancı Deccal ile korkutmuş olmasın. Haberiniz olsun! Onun tek gözü kördür. Yüce Rabbiniz ise kör değildir. Onun iki gözü arasında Kâfir yazılmış olacaktır." (Ebu Davud c. 4., s. 116)
2- "Hepsi kendisini Resulullah diye (fasid) bir kanaat taşıyan otuz tane Deccal çıkmadıkça kıyamet kopmaz." (Ebu Davud c. 4, s. 121)
3- "Yalancı ve hepsi Allah'ı ve Resulü'nü yalanlayan otuz tane Deccal çıkmadıkça kıyamet kopmaz." (Ebu Davud c. 4, s. 121)
4- "O (Deccal)'in beraberinde su ve ateş bulunacak. Onun ateşi, (haddi zatında) soğuk su; suyu ise (hakikatte) ateştir." (Buhari c. 8, s. 103)
5- "Kim Deccal'in çıktığını duyarsa ondan uzaklaşın. Allah'a andolsun ki, bir adam ona gelir de onunla gönderilen şüpheli şeylerden dolayı Deccal'i mü'min zannedip kendisine tabi oluverir." (Ebu Davud c. 4, s. 116)
6- "Ben size Deccal'den (birçok) haber verdim, anlayamamış olmanızdan korktum. Mesh edici Deccal; kısa (boylu), apışarak yürüyen, kıvırcık saçlı, tek gözü mahvolup körleşmiş olup, yumru ve sert değildir. (Onun vasıflarında) üzerinizde bir tereddüt hasıl olursa Rabbinizin bir gözünün kör olmadığını biliniz." (Ebu Davud c. 4/117)
7- "Kim Sure-i Kehf'in evvelinden on ayet ezberler (ve okur) ise, Deccal'in fitnesinden korunmuş olur." (Ebu Davud s. 4, s. 117)
8- "Halk, Deccal(in şerrin)den dağlara kaçacaklardır." (Feyzü'l Kadir c. 5, s. 393)
9- "Deccal gelip, Medine'nin (yakın) bir yerine iner. Sonra Medine üç defa zelzele ile sarsılır da ne kadar kâfir ve münafık varsa (oradan ayrılıp) ona (varmak üzere) çıkarlar." (Buhari c. 8, s. 102)
10- "Mesih, Deccal'in korkusu Medine'ye giremez. O gün, Medine'nin yedi kapısı olacaktır. Her kapısında iki (muhafız) melek bulunacaktır." (Buhari c. 8, s. 102)
2299 - Soru: Dünya yıkıldıktan sonra hesaplar bu âlemde mi görülecek?
Cevap: Ahiret âleminde görülecektir.
2300 - Soru: Peygamber (sav) Efendimiz, Hadis-i Şeriflerinde, Deccal'in bir elinde su diğer elinde de ateş bulunacağını ifade edip, "Siz, suyu değil ateşi alın" buyurmaktadır. Su ve ateşten maksat nedir?
Cevap: Deccal'in sihirbazlığı ve onun göz bağcılığı yapıp hadiseleri ters göstermesine dikkat çekilmektedir.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://www.ultracimbom.biz
Körfez
Admin
Admin
Körfez


Erkek
Mesaj Sayısı : 22924
Nerden : KOCAELİ
Galatasaray'da Favori Futbolcusu : Mehmet Topal
Rep Gücü : 657
Kayıt tarihi : 17/02/08

3 Bin Seçme Fetva - Sayfa 7 Vide
MesajKonu: Geri: 3 Bin Seçme Fetva   3 Bin Seçme Fetva - Sayfa 7 Empty30/8/2008, 15:45

SELÂM
2301 - Soru: Bir Müslümana gayrimüslim selâm verse, Müslüman ona nasıl mukabele etmelidir?
Cevap: Efendimiz (sav)'in ashaba ve dolayısıyla bizlere bu husustaki emri şöyle olmuştur: "Ve aleyküm deyiniz."
2302 - Soru: Haram olan şeyleri işleyen bir adama selâm verilip verilmeyeceği hakkında bilgi verir misiniz?
Cevap: Bir kişi "Harama helâldir" demedikçe, sırf bazen haram işliyor diye selâm vermeyi kesmek doğru değildir.
2303 - Soru: Memleketimizde kadınlar erkeklere selâm veriyorlar. Bunun bir mahzuru var mıdır?
Cevap: Dedikodu ve fitneyi mucip olması ihtimalinden dolayı, yabancı erkek ve kadınların birbirine selâm vermeleri doğru görülmemektedir. Kendi ailesine, kızına, annesine, hala ve teyzesine selâm vermekte hiçbir mahzur yoktur.
2304 Soru: Çingeneye selâm verilir mi?
Cevap: İslâm dinindeki her mü'mine selâm verilir. Irk farkı bir engel teşkil etmez.
2305 Soru: Uzak veya yakındaki bir kimseye el ile selâm vermek caiz midir?
Cevap: İslâmi ölçülere göre, sadece el ile işaret selâm sayılmaz. Ancak dil ile verilecek selâmı eliyle işaret etmiş ve selâm verdiğini anlatmış olmak bakımından el ile selâma iştirak caizdir.
2306 - Soru: Küfür lâfızlarını konuşan kimseye selâm vermek, kestiklerini yemek ve cemiyetlerinde bulunmak gibi hususlarda bir mahzur var mı?
Cevap: Bu lâfzı konuşan ve sonra tevbe edip imanını yenilemeyen kimse mü'min değildir ki, kendisine selâm verilsin. Kestiği de yenilemez. Bu gibilerin cemiyetleri ateş-i sûzandır. Uzak durunuz.
2307 - Soru: Sabahleyin yataktan kalkınca "Günaydın" diye söyleniyor. Günaydın ne mânâ ifade eder?
Cevap: Mânâsı olsa bile İslâmi bir değeri yoktur bu kelimenin. Müslümanlara İslâmi usûlde selâm alıp vermeyi unutturmak isteyenlerin uydurduğu bir lâftır. "Günün aydın olsun" demektir.
2308 - Soru: Yolda giden iki adam birbirleriyle karşılaştıkları zaman "Merhaba" diyorlar. Bu kelime ne mânâya gelir?
Cevap: Türkçemizde "Hoşgeldin" olarak kullanılan kelimenin Arapça'da kullanılan şeklidir.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://www.ultracimbom.biz
Körfez
Admin
Admin
Körfez


Erkek
Mesaj Sayısı : 22924
Nerden : KOCAELİ
Galatasaray'da Favori Futbolcusu : Mehmet Topal
Rep Gücü : 657
Kayıt tarihi : 17/02/08

3 Bin Seçme Fetva - Sayfa 7 Vide
MesajKonu: Geri: 3 Bin Seçme Fetva   3 Bin Seçme Fetva - Sayfa 7 Empty30/8/2008, 15:46

TASAVVUF-TARİKAT
2309 - Soru: Dindar geçinen birçok kimseler, "Biz falan tarikatın bağlılarıyız. Müntesip bulunduğumuz zat, şöyle büyüktür, böyle büyüktür, başkaca büyük mürşit tanımıyoruz. Siz hakikate bağlı değilsiniz, biz bağlıyız" diyerek kendilerinin bağlı olmadıkları bir zat hakkında, ağıza alınmayacak çirkin isnatlarda bulunuyorlar. Pek tabii bu durum, Müslümanlar arasında yan bakmalara ve düşmanlıklara yol açmaktadır. Bu hususta sizin tavsiyeniz nedir?
Cevap: Hakikati bulmak ve bilmek, cahilane bir iddia ile olmaz. Kişi bir kimseyi ve bağlı bulunduğu zatı sevebilir. Fakat başkasına dil uzatmaktan çekinmeli ve edebini korumalıdır.
2310 - Soru: Vahdet-i vücut düşüncesi nasıldır? Mevlâna Celaleddin-i Rumi Hazretleri "ney"e üfürmüş müdür? Yoksa şimdiki Mevlevilerin yaptıkları uydurma mıdır?
Cevap: Vahdet-i vücut; maneviyat erbabının, seyr-i sülük sırasında, taayyün mertebesine geçiş anında çok nurani bir halin gözleri kamaştırması üzerine hiçbir şeyi ve hatta kendi nefsini bile göremeyecek duruma gelmesi üzerine söyledikleri ve tashihe muhtaç bir sözdür. Bu söz manevi bir hazzın tesiri ile söylenmiş olduğu için sahibi mazur bulunmaktadır. O manevi hazzı o an tadanların dışındakilerin bunu sarfetmesi yanlış ve tehlikelidir. Cenab-ı Hak Vacibü'l Vücut'tur. Kâinat ise mümkinü'l vücuttur. Varlığı vacib olan Allah ile, olması ile olmaması müsavi bulunan kâinat nasıl bir olabilir? İmam Rabbani Hazretleri, "Vahdet-i vücut değil, vahdet-i şühud vardır" diyor. Allah'ın (cc) varlığı kâinatla birleşmiş olmamakta, görüş birliği olmaktadır. Yani o kimse, gözünün kamaşması sebebiyle, Allah'ın (cc) varlığından başka bir şey kalmamış sanmakta ve görüşteki birliği vücutta birlikmiş gibi his galatına düşmektedir. Elmalılı M.Hamdi Yazır (merhum) Hak Dini Kur'an Dili adlı tefsirinin 8. cildinde ve Sure-i İhlas'ın tefsiri sırasında şöyle demektedir: "Vahdetçilik diye mümkinattan ibaret olan âlemi, vacibü'l-vücut görmek isteyen panteistlerin küfrü ilhadına düşmekten sakınmalıdır. Mümkinat vücuda gelmek için illete muhtaçtır. Varlığı kendisinden olmayan şeyler, haddi zatında kendine kalınca yok demektir."
2311 - Soru: Varis-i nebide ve mürşid-i kâmilde bulunması gereken vasıflar nelerdir?
Cevap: Allah'ın (cc) emirlerine ve Peygamber (sav) Efendimiz'in sünnetlerine tam ittiba, yasakların tamamından, mekruhlardan ve hatta mubah olan şeylerin fazlasından sakınmak; füyuzât-ı Rabbani'ye mazhariyet ve irşada manen mezun olmaktır.
2312 - Soru: Büyük bir zatın türbesine para atmakta bir beis var mıdır?
Cevap: Hayatta paraya ve dünya malına değer vermemiş bir zatın vefatından sonra türbesine para atmak mânâsız bir hareket ve İslâm'a aykırı bir iştir.
2313 - Soru: Mektubat-ı Şerifin birinci cildinde Rabbani (ks), 286. mektupta şöyle diyor: "Gerçek tasavvufçu, keşfinde yanılsa müctehide benzer." Keşfinde yanılan bu tasavvufçuya uyan müridin hali ne olacaktır?
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://www.ultracimbom.biz
Körfez
Admin
Admin
Körfez


Erkek
Mesaj Sayısı : 22924
Nerden : KOCAELİ
Galatasaray'da Favori Futbolcusu : Mehmet Topal
Rep Gücü : 657
Kayıt tarihi : 17/02/08

3 Bin Seçme Fetva - Sayfa 7 Vide
MesajKonu: Geri: 3 Bin Seçme Fetva   3 Bin Seçme Fetva - Sayfa 7 Empty30/8/2008, 15:46

Cevap: İmam Rabbani Hazretleri, diğer mektuplarında buna ışık tutacak cevaplar vermiştir. Mektubat-ı Şerifi bütün olarak inceleme imkânını bulursanız, sorunuzun cevabını bizzat O büyük zatın ifadelerinden almış olursunuz. Bilhassa 23. mektubu dikkatle okuyunuz.
2314 - Soru: On sekiz bin âlemi açıklayınız. Bunların hepsi dünyada mı ve hepsinde canlı var mı?
Cevap: Bu ifade, ekseriyetle tasavvuf alimlerince kullanılmakta olup, dokuz felek, anasır-ı erbaa, cemad, hayvan ve insan, melekut âlemi ve bir de insan-ı kâmil olmak üzere sayılmış on sekiz olmaktadır. Bunlardan her biri, zuhur itibariyle bin kabul edilerek "On sekiz bin âlem" denilmiştir.
2315 - Soru: Rabıtayı bırakan kimse, sonra yapmak isterse bu hususta hangi şartlar gerekir?
Cevap: Önce bir tesbih namazı kılmalı, daha sonra bu işe salahiyetli bir kimseden tekrar "destur" almalı ve aralıksız derslerine devam etmelidir.
2316 - Soru: İnsanların bazıları derler ki, "Bu zaman tarikat zamanı değildir, hakikat zamanıdır", siz bu hususta ne dersiniz?
Cevap: Hakikat yolu tarikattan geçer. Şeriat, tarikat, hakikat ve marifet birbirine bağlıdır. Bunları birbirinden ayırmak veya ayrı olarak düşünmek, fikri sapkınlık içinde bulunanların düşüncesidir.
2317 - Soru: Tarikatla Şeriat arasındaki farklılık konusunda bir yazı okudum. Bunlar kafama takıldı. Bu hususta bizi aydınlatır mısınız?
Cevap: Bizim gayemiz, başka bir görüşün üzerinde fikir beyan etmekten ziyade, tasavvufun ulvi prensiplerini dile getirmektir. Mektubunuzda belirttiğiniz maddeleri sırayla ele alıp cevaplandırmaya çalışacağız.
a) "Tarikatlar, sadece kalbe ehemmiyet verir."
Bu ifadedeki kayd-ı ihtirazi "sadece" değil, "başlıca" olacaktır. Zira, kalp, vücut ikliminin sultanıdır. Onun ıslahı da vücudun diğer uzuvlarının salahına medar olur. Kalp, Rahmani feyze nail olunca aklı da akl-ı maaş olmaktan çıkarak "akl-i meâd" derecesine ulaşır. Tasavvufun ehemmiyet derecesine göre, ön planda ele aldığı hususu dikkate alıp diğer cihetleri ihmal etmiş şekilde göstermek yanlış ve ilim ölçülerine aykırıdır.
b) "Tarikatlar, geçmiş insanlara hitap eder."
Bu iddia eksiktir. Çünkü, tasavvuf hem geçmiş asır insanlarına hitap etmiş hem de içinde yaşadığımız asrın insanlarını -ezeli istidadları nisbetinde- irşada çalışmaktadır. Hedef aldığı hizmet anlayışı içinde, gelecek asırların insanlarına da hitap edecektir.
c) "Tarikatlar, belli bir şahsa bağlanmayı ve o şahıstan feyz almayı esas alır."
Tarikat, Aksa'l-ğaye bulunan Hakk'ın rızasını tahsilde mürşid-i kâmilin terbiyesinden istifade için takip edilen bir usuldür. İnsan kalbi, küçük watlı ampul gibidir. Şehir ceryanından faydalanıp etrafına ışık saçabilmesi için mutlaka bir transformotore ihtiyacı vardır. Aksi halde, gelecek ceryana ampul tahammül gösteremeyip patlayacaktır. Mahzen-i feyz-i ilâhi ve maksem-i nûr-i Rabbani olan mürşid, kendisine rabt-ı kalb edenlerin istifadesine yardımcı olur. Bu usul, bir talebenin üstadının önünde diz çöküp onun ders ve terbiyesinden faydalanmasına benzer.
d) "Tarikatlar, belirli bir insan grubunu tesiri altına alır."
Bu iddia, yuvarlak bir lâftır. Mesele, yapılacak hizmetin şer-i şerife uygun biçimde ifa edilmesi ve maşeri vicdanda ma'kes bulup gönüllere maya tutması ve halkın hidayete erişmesine vesile olmasıdır. Asr-ı saadetten beri safiyetini korumuş bulunan tasavvuf yolları, tarih boyunca, on binlerin, yüz binlerin hak yolu bulmasına vesile olmuştur ve olmaktadır da.
e) "Tarikat; müntesiplerini, dünyayı, hatta her şeyi terk ettirme yolu ile fani alemin gafletlerinden uzaklaştırmayı esas alır."
Bu iddia, boşlukları bulunan bir izah ve eksik bir tariftir. Tasavvufun feda ettiği dünya, kişiyi Rabbinden alıkoyan dünyadır. Yoksa, tarik-i dünya olmayı istemek değildir.
Hubb-ı nefsi değil, başkalarını kendinden önce sevmeyi emreden tasavvuf, elindeki imkânları insanlığın hayrına harcamaya teşvik eder ve fakat tazyikte bulunmaz. Hakiki tasavvuf erbabının elinde çok kere bir şey bulunmayışı, çalışmaya karşı olduğundan değil, elindeki varlığı beşeriyetin salâhına ve felahına feda etme gözü tokluğundan ileri gelmektedir. Tasavvuf erbabı, aşırı mal heveslisi değildir. Eline geçeni de "insanların hayırlısı, insanlara hayırlı olandır" Hadis-i Şerifinde müjdelenen ufka erişmek için tereddüt göstermeden harcamaya gayret göstermiştir. Onun için aşk-ı mutlak, rıza-i hakdır. Ona erişmek için gönül buhurdanındaki ateşle tutuşturduğu hayırhâhlık, etrafa buram buram hoş kokular ve insanlık örnekleri saçar. Balı elde eden kovanı fedada tereddüt gösterir mi?
Seyyid Ahmed er-Rıfai Hazretleri'nin "el-Bürhanü'l-Müeyyed" adlı eserinde ifade buyurdukları üzere, "Şeriat ayni tarikat, tarikat ayni Şeriattır" düsturundan hareket eden tasavvuf erbabı, İslâm'ın nasları ile bu yolun edebini hacimde şekil gibi birbirine bağlı görerek hareket eder.
f) "Tarikatlar, insanda mevcut olan imandan istifade cihetine gider."
Bu iddia tasavvufun kucakladığı hizmet anlayışının ancak bir yönünü dile getirmek ve fakat diğer cihetlerini görmezlikten gelmek olur. Bu iddia ilmi olmaktan uzaktır.
Tasavvuf daire-i feyzine girmiş bulunan mü'minlerden, taklidi inançlardan kurtulup iman-ı hakiki'ye ulaşmasını ister. Fakat tasavvufun hedef edindiği hizmet, bu kadarla son bulmuş değildir. Din kardeşlerimize tavsiyemiz şu olacaktır: "Semaya perde germekle ay karartılamaz. Güneşin balçıkla sıvanması hiç kabil değildir" diyerek, tasavvuf sevgisi içinde hak bildiğiniz yolda devam ediniz. Şair ne hoş demiş:
"Bir acep sevdaya düşmüş, çalışır emsi müdam,
Hakka makbul olmak ister, halka makhur olmadan"
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://www.ultracimbom.biz
Körfez
Admin
Admin
Körfez


Erkek
Mesaj Sayısı : 22924
Nerden : KOCAELİ
Galatasaray'da Favori Futbolcusu : Mehmet Topal
Rep Gücü : 657
Kayıt tarihi : 17/02/08

3 Bin Seçme Fetva - Sayfa 7 Vide
MesajKonu: Geri: 3 Bin Seçme Fetva   3 Bin Seçme Fetva - Sayfa 7 Empty30/8/2008, 15:46

2318 - Soru: Bazı kimseler konuşurlarken, "İslâm felsefesine göre şöyledir" gibi lâflar etmektedirler. İslâm felsefesi tabiri doğru mudur?
Cevap: Bu ifade doğru değildir. Çünkü İslâm'ın hüküm vermedeki ölçüleri ile, felsefenin ölçüleri tamamen farklıdır. Felsefe, kendi sahasına giren meselelerde kanun-ı akle göre hüküm verir. Velev ki o mesele dinle ilgili bir husus olsun. İslâm kanun-ı nakle göre meseleleri hükme bağlamaktadır. İslâm felsefesi tabirini bırakın, Müslüman felsefesi sözü bile tarizden ve tenkitten uzak kalabilecek bir ifade değildir. Ancak "Müslüman filozof" sözü bir dereceye kadar doğru görülebilir.
2319 - Soru: Gerçek ihlâsı elde edebilmenin yolları nelerdir? İhlâs başlı başına bir mevzu ise bunun şubeleri nelerdir? Var mıdır?
Cevap: Allah'a (cc) karşı dini vazifelerini yaparken, Cenab-ı Hakk'ı görür gibi kulluk vazifesi yapmaya "ihlâs" adı verilmektedir. Yapılan her ibadeti yalnız O'nun rızası için yapmak ve katkısız bir kulluk anlayışı ile hareket etmektir. İhyâu'l-Ulûm'dan bu bahsi tetkik etmenizi tavsiye ederiz.
2320 - Soru: Kaç çeşit tarikat var, bunlardan bahseden bir kitap tavsiye eder misiniz?
Cevap: Zikr-i cehri ve zikr-i hafi olmak üzere iki manevi yol (tarikat) vardır. Bu iki yolda yürüyüp, bunların usulüne göre hareket eden bazı büyük zatlara izafeten anılan ve bu iki yolun şubeleri durumunda olan yollar ve manevi kollar bulunmaktadır. Hatırımızda tavsiye edebileceğimiz bir isim yoktur.
2321 - Soru: Müctehid adı verilen bir kimse, her meselede ictihad edebilir mi?
Cevap: Müctehid; Ayet-i Kerime ile veya Hadis-i Şerif ile hükme bağlanmış bir meseleye kıyasla ictihad edebilir. Mevrid-i nasda içtihada müsaade yoktur. Ayet-i Kerime ile hükme bağlanmış veya Hadis-i Şerifte ifadesini bulmuş bir meselede asla ictihad yapılamaz.
2322 - Soru: Mutasavvıflardan bazıları tarafından söylenen "Allah'ın (cc) huzuruna girdik, Allah'ın (cc) huzurundan çıktık" sözünün tevili nasıl olacaktır?
Cevap: Cenab-ı Hak, mekândan münezzehtir. Buradaki huzur tabirinin mekânla asla bir ilişiği yoktur. Onların huzuru ile muradı, Aziz ve Celil olan Allah'ın (cc) huzurunda idrak ettiği şühud halidir. Şühud perdelendiği zaman kendini o huzurdan çıkmış saymaktadır.
2323 - Soru: Vahdet-i vücud fikri doğru sayılabilecek şekilde tevil edilebilir mi? Böyle bir sözü Muhyiddin bin Arabi söylemiş midir?
Cevap: Vahdet-i vücud inancı kabul edilemez. Cenab-ı Hak (cc), hiçbir şeye hulul etmez. Hulul ancak aynı cinsten olan şeylerde olur. Allah (cc) cins değildir ki eşya ile ittihad etmiş eşyaya hulul etmiş bulunsun. Allah Teala, Vacibü'l-vücut, kâinat, bütün eczası ile mümkinü'l-vücuttur. Bunların ittihadı nasıl mümkün olur. Allah'ın (cc) eşyaya hululünü iddia etmek, eşyanın ilâhlaşmasını kabul mânâsına geleceğinden küfürdür.
Buradaki hululü bir arazın cevhere hululü olarak kabul etsek, Allah (cc) araz değildir. Bir cevherin diğer cevhere hululü şeklinde düşünsek, Allah Teala cevher de değildir. Yaratılmışların arasında bile hululü mümkün değildir. İki adamın birbirine hulul ederek tek adam haline gelmesi mümkün değildir. Çünkü zatları birbirine zıt bulunmaktadır.
Muhyiddin bin Arabi Hazretleri büyük bir İslâm alimi ve Allah (cc) dostu bulunmaktadır. Bu noktada, kalbinde yarası bulunandan gayri, her ilim adamı ittifak etmiş bulunmaktadır. Vahdetçilerin ona nisbetle söyledikleri söz, onun tarafından söylenmiş olamaz. Çünkü Muhyiddin bin Arabi'nin diğer eserlerinde bunu reddeden sarih ifadeler vardır. Şöyle ki:
a) "Akidetü's-Suğra" adlı eserinde, "Sonradan olmuş varlıkların ona hulul etmesinden veya onun eşyaya hulul etmesinden Hak Teala Yüce (ve münezzeh)dir"
b) Akidetü'l-Vüsta" adlı eserinde de şöyle ifade etmektedir: "Şunu kesin olarak bil: Allah Teala, icma ile birdir. Tek olanın makamı yücedir. Ona bir şeyin hululü veya onun bir şeye hululü, yahut onun bir şeyle birleşmesi (ittihadı) mümkün değildir."
c) "Babü'l-Esrâr" adlı kitabında ise hululü şu ifadeler ile reddetmektedir: "Kim hulul iddiasında bulunursa o hastadır. Çünkü hulul ile hüküm, sahibinden ayrılmayan (devamlı) bir hastalıktır. İttihadı (Allah'ın (cc) eşya ile ittihad ettiğini) ilhad (ve küfür) ehlinden başkası söyleyemez."
Kâinat Hakk'ın aynı değildir. Cenab-ı Hak eşyaya hulul etmiş de değildir. Muhalfarz, kâinat Hakk'ın aynı olsaydı Allah Teala kadim olmazdı.
Şeyh İzzüddin bin Abdisselâm, "Kavaidü'l-Kübra" adlı eserinde şöyle demektedir: "Kim batıl bir inanca kapılarak Allah'ın (cc) insanların veya başka bir şeyin cismine hulul ettiğine inanırsa o kâfirdir."
Allah Teala'nın eşyaya hulul veya eşya ile birleştiğini iddia etmek, sufilerin yolu olamaz. Bu lâfı ancak gulat (adı verilen dinin hudutları dışına çıkmış kimseler) söylemektedir.
Ebu Yezid Bistami'nin "Sübhani mâ âzame şâni" sözü, hulul inancı ile söylenmiş olmayıp, Allah Teala'dan hikâye yolu ile söylenmiş bulunmaktadır. Yani "Allah Teala Sübhani mâ Âzeme şani buyurdu" takdirindedir.
Bazı muhakkiklerin ibarelerinde vaki olan ittihad kelimesi, onlar tarafından tevhidin hakıykatine bir işarettir. Onlar katındaki ittihad, tevhitte mübalağadır. Tevhid, bir olan ile tek olan Allah'ı (cc) bilmektir. Anlayışı kıt olan kimseler, onların işaretlerini anlayamamış, bu sözü mahallinden başka yere haml etmiş ve hata edip helak olmuşlardır.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://www.ultracimbom.biz
Körfez
Admin
Admin
Körfez


Erkek
Mesaj Sayısı : 22924
Nerden : KOCAELİ
Galatasaray'da Favori Futbolcusu : Mehmet Topal
Rep Gücü : 657
Kayıt tarihi : 17/02/08

3 Bin Seçme Fetva - Sayfa 7 Vide
MesajKonu: Geri: 3 Bin Seçme Fetva   3 Bin Seçme Fetva - Sayfa 7 Empty30/8/2008, 15:46

2324 - Soru: Tasavvuf nedir?
Cevap: Tasavvuf bir ilimdir ki, kalbleri ıslah ve Allah Teala'ya tahsis edebilmek için masivadan ayırmaktır.
Tasavvuf, her yüce ahlâkı kullanmak ve alçak huyları terk etmektir.
Tasavvufun tamamı ahlâktır. Kim senin üzerinde ahlâkı artırırsa senin üzerine tasavvufu arttırmıştır.
Tasavvuf, nefsi ibadete dadandırmak ve onu rububiyyet hükümlerine (itaate) çevirmektir.
Batını rezaletlerden tasfiye edip, çeşitli faziletlerle bezemeye tasavvuf denilmektedir. Evveli ilim, ortası amel ve sonu ilâhi bir mevhibeye erişme yoludur. İnsan nevinden bulunan kemâl ehlinin, saadet merdiveninde nasıl yüceldiğini bildiren ilme tasavvuf denilmektedir.
2325 - Soru: Tasavvuf ile tarikat ayrı ayrı şeyler midir?
Cevap: Bunların tarif ve izahları bakımından aralarında fark varsa da gaye ve metod bakımından aralarında büyük bir fark yoktur. Hele uyuşmazlık hiç mevcut değildir. Seyyid Şerif Cürcani, Tarifât adlı eserinde tarikatı şöyle tarif etmektedir: "Menzilleri kat etmek ve makamlara yücelmekten ibaret bulunan Allah Teala'nın yoluna sâlik olanlara mahsus bir sirettir."
2326 - Soru: Kâmil mürşid kimdir?
Cevap: Mekteb-i nûr-i Nübüvvetin feyizli tariki ile yücelip, kemâle ermiş ve taraf-ı ilâhiden halkı ıslah ve irşada memur olmuş kâmil insandır. Tarih boyunca yetişen tasavvuf büyüklerinin hep bu yolda kemâle erdikleri bilinen bir gerçektir.
2327 - Soru: Bazı mutasavvıflara nispet edilen ve dini hükümlerle bağdaştırılması zor bulunan sözleri nasıl izah edersiniz?
Cevap: Önce o sözün sâdır olduğu kimsenin İslâmiyet'in umdelerine sadık bir kimse olup olmadığı tetkik edilir. Şayet dinimizin icaplarına hakkıyla bağlı bir kimse olduğu anlaşılır ise sözünün sahih bir noktaya yüklenmesi ve tevili cihetine gidilmesi uygun olur. Eğer o kimsenin dinimizin haram kıldığı şeylerden kaçması ve emrettiği şeylere koşması görülemezse ağzından çıkan söz onu ya itaat dairesinden dışa çıkararak fasık kılar veya İslâm dininin tamamen dışına çıkarıp "kâfir" olarak damgalanmasına sebep olur.
2328 - Soru: Hallâc Mansur'un sarf ettiği "Enel-hak" sözünü nasıl tevil edersiniz?
Cevap: Hallâc Mansur Hazretleri büyük bir veli ve ehl-i sünnet alimi, mütteki bir zattır. Ondan sadır olan bu sözün zahiri mânâsı, İslâm dininin esaslarına uymamaktır. Hallâc Mansur'un kendisi İslam dinine bağlı bulunduğu dikkate alınınca sözünün tevili yoluna gitmek gerekir. "Ene alelhak" şeklinde tevil edilir ve "Ben, hak olan yol üzereyim" mânâsına gelir. Hallâc'ın ağzından çıkan söz, hâşâ, "Enellah" şeklinde olsaydı tevile müsait görülmeyebilir idi. Fakat ondan sadır olan sözün tevili mümkün ve caizdir.
2329 - Soru: Tasavvuf terimlerinden bulunan "Bakaa billâh" ne demektir?
Cevap: Bakaa billâh, kulun Allah Teala'nın bütün varlıkları üzerine kıyamını görmesi demektir. Bakaa billâh makamı, kulun Hakkın varlığı ile var olması ve Hakkın bakaası ile baki olması mânâsına gelmektedir.
2330 - Soru: Sahih bir nisbeti bulunan bir mürşidden ruhsat ve icazet almaksızın, bir şahsın kendi kendine (şeyhlik iddiasında bulunarak topladığı) müridlerini irşâd ve terbiye etmeye muktedir olabilir mi?
Cevap: Olamaz.
Bu fetva ile alâkalı olarak İmam Şar'ani'den nakil: Bir kimse için (tasavvufta) nisbet-i saliha bulunmazsa, o kimsenin, babası meçhul olup da sokağa bırakılan çocuk gibi olduğunda ittifak olunmuştur. O şahsın başa geçip, irşad mevkiine oturup da müridlerini irşada kalkması caiz değildir. Ancak, bu yolun kâmil bir mürşidinden tarikin edeblerine dair bilgi (ve feyz) aldıktan sonra, kendisinin irşada mezun olduğuna dair sarih bir izin verilmesini takiben irşad edebilir.
2331 - Soru: İrşada salâhiyeti bulunan mürşidin şartı ve alâmeti nedir?
Cevap: Doğruluk, hayırhâhlık, şefkat ve merhamet gibi güzel huylar ile ahlâklanmış olması, kötü huylardan uzaklaşmış bulunması şarttır.
Fetva ile ilgili nakil:
Kendisi için irşad sahih olan mürşidin şartı, tertemiz dinimizin gerekli gördüğü işleri yapan, haktan meyl ve inhiraf etmeksizin doğruluk üzere bulunan; halkı, dinin hükümlerine tabi olmaları ve huzur içinde Allah'ı (cc) zikretmeleri hususunda irşad eden ve insanlardan mümkün olanlara nasihatta bulunan kimse olması gerekir.
2332 - Soru: İrşada salâhiyeti olan mürşidin keramet ehli olması şart mıdır?
Cevap: Şart değildir.
Bu fetva ile ilgili Ruhu'l-Beyan'dan nakil:
"Mürşidler için keramet şart değildir. (Onlarda kerametin görülmemesi, kendileri için bir eksiklik ve salâhiyetsizlik delili kabul edilmemelidir). Zira, kerametin ashabın ve tabiinin hepsinden (sadır olduğu) nakl olunmuş değildir. Ancak bazılarından zuhur ettiği bilinmektedir.
2333 Soru: Kişinin bir şeyh edinmeksizin zikir ve fikirde bulunması, evrad-i şerife okuması caiz değil midir?
Cevap: Caiz ise de hiç mesafe almış olamaz ve (manevi yolda) yükselme kaydedemez. Bu fetva ile ilgili nakil:
Evet, o kimse zikrin ve vird okumanın adabını bilirse mümkün (ve caiz)dir. Fakat ruhani mesafeleri kat'edemez. Bunun izahı, dolaba koşulmuş canlının benzeridir. O canlı, yürümesi ile mesafeleri katediyorum sanmış olsa da, gözleri bağlı olduğu için hakikati göremez. O, dolabın etrafında dolanıp durmaktadır. (Ru. Beyan)
2334 - Soru: Meşayih-i kiramın âdeti olduğu üzere, müridlerine zikir yapmalarını telkin edip (usulünü) öğretmek dinen sabit midir?
Cevap: Sabittir.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://www.ultracimbom.biz
Körfez
Admin
Admin
Körfez


Erkek
Mesaj Sayısı : 22924
Nerden : KOCAELİ
Galatasaray'da Favori Futbolcusu : Mehmet Topal
Rep Gücü : 657
Kayıt tarihi : 17/02/08

3 Bin Seçme Fetva - Sayfa 7 Vide
MesajKonu: Geri: 3 Bin Seçme Fetva   3 Bin Seçme Fetva - Sayfa 7 Empty30/8/2008, 15:46

Bu fetva ile ilgili nakil:
Peygamber (sav) Efendimiz sahabelerine gerek toplu oldukları halde, gerekse tek başına bulundukları sırada zikri telkin etmiş ve öğretmiştir. Hazret-i Ali (ra) Efendimiz'e cehri zikri, Hazret-i Ebu Bekir (ra) Efendimiz'e kalbi zikri tek başına bulundukları sırada telkin etmiştir.
Ahmed bin Hanbel'in Müsned'inde tahric ettiği Hadis-i Şerifte şöyle ifade edilmektedir: Resulullah (sav) cemaat halinde veya tek başına bulunan sahabelerine zikri telkin etmiştir. Yusuf Kurani'nin ve başkalarına sahih senedi ile rivayet ettikleri Hadis-i Şerifte şöyle açıklanmıştır:
Ali bin Ebi Talip (kv), "Allah Teala'ya en yakın olan, Allah'ın kulları üzerine en kolay bulunan ve Allah katında faziletçe en ileride bulunan yola (ulaşmam için) bana yol gösteriniz" diye istekte bulundu. Bunun üzerine Peygamber (sav) şöyle buyurdu: "Açıkta ve tenha yerlerde Allah'ı zikretmen lâzımdır." Bunun üzerine Hazret-i Ali, "Nasıl zikredeyim?" dedi. Peygamber (sav), "İki gözlerini yum ve benden üç kere dinle sonra, sen söyle ben dinleyeyim" buyurdu da Aleyhissalâtü Vesselam Efendimiz, gözlerini yumarak ve sesini yükselterek üç defa "Lâ ilahe illallah" dedi. Hazret-i Ali (ra) de onu dinliyordu. Sonra Ali (ra) gözlerini yumup sesini yükselterek üç defa "Lâ ilahe illallah" dedi. Peygamber (sav) Efendimiz de onu dinlemişti. Nebi (sav) buyurdu ki: "Benim ve benden evvelki peygamberlerin söylediklerinin faziletçe en üstünü "Lâ ilahe illallah" (cümlesi)dir. Yeryüzünde Allah Allah denilmeyesiye kadar kıyamet kopmaz."
İşte bu (beyan), Hazret-i Ali'ye zikr-i cehrinin telkin edildiğine dair bir nisbettir. Kalbi ve batini zikirlerin telkinine dair nisbete gelince, bu, Sıddık-ı Azam'a mahsus olup, başka bir sahabeye tahsis olunmamıştır. Resulullah (sav)'a teveccüh ederek batınan (bu dersi) almış bulunmaktadır. Zira Resulullah (sav) şöyle buyurmaktadır: "Allah benim göğsüme hiçbir şey koymamıştır ki, ille onu Ebu Bekr'in göğsüne dökmüş bulunuyorum."
2335 - Soru: Camilerde açıktan ve yüksek sesle Allah'ı (cc) zikretmek caiz midir?
Cevap: Kerahatsiz olarak caizdir.
2336 - Soru: Nakşi tariki sâdâtının mutadı olduğu üzere, dil kıpırdamadan, harf ve savt olmaksızın, sadece kalp ile Allah'ı (cc) zikretmek meşru mudur?
Cevap: (Kalb ile zikir) meşrudur ve zikirlerin faziletçe en ileride olanıdır.
2337 - Soru: Nakşi sâdâtının mutadı olduğu üzere, (şeyhin) müridlerine teveccüh etmesi caiz midir?
Cevap: Caizdir ve hata müstahsendir.
Hadis-i Şerifte "Mü'min, mü'minin aynasıdır" buyrulmuştur. Teveccüh sırasında birbirinin kalbinde bulunan (envar) diğerinin kalbine akseder. Çok kere zikrin nuru kalp aynasından hizasında bulunan hayvan veya diğer eşyaya akseder de onu da zikirle dile getirir. Nitekim Davud Aleyhisselâm'da da böyle olmuştu. Bu Peygamber zikre başladığı zaman, dağlar, taşlar ve kuşlar kendisi ile birlikte zikre koyuluyorlardı.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://www.ultracimbom.biz
Körfez
Admin
Admin
Körfez


Erkek
Mesaj Sayısı : 22924
Nerden : KOCAELİ
Galatasaray'da Favori Futbolcusu : Mehmet Topal
Rep Gücü : 657
Kayıt tarihi : 17/02/08

3 Bin Seçme Fetva - Sayfa 7 Vide
MesajKonu: Geri: 3 Bin Seçme Fetva   3 Bin Seçme Fetva - Sayfa 7 Empty30/8/2008, 15:46

2338 - Soru: Evliyanın kerameti hak ve sabit midir? Ehlullah'ın kerametini inkâr etmek caiz midir?
Cevap: Evliyanın kerameti hak ve sabittir. Bunu inkâr etmek doğru değildir.
2339 - Soru: Zikr-i cehri ile meşgul bulunan bazı tasavvuf erbabı, ayakta zikir yaparken sallanmaktadır. Bu hareketleri doğru mudur?
Cevap: Erbab-ı zikrin sallanması, zikrin tesiri ile vücudun neşat ve ferah duymasından ileri gelmektedir. Bu, kasti yapılmamaktadır. Bu itibarla hoş görülmüş bulunmaktadır. Peygamber (sav) Efendimiz'in asrında Habeşistan'dan birtakım kimseler gelmiş ve Mescid-i Nebevi'de, kılıç-kalkan oyununu andıran birtakım hareketler yapmaya başlamışlar ve bu sırada Arapça karşılığı "Muhammed salih bir kuldur" mânâsına gelen Habeş lisanı ile ve yüksek sesle tempo tutuyorlardı. Peygamber (sav) Efendimiz bunların hareketlerini gördü ve ne dediklerini sordu. Durumu öğrendiğinde onları ne hareketlerinden men etti ne de söylediklerini engelledi. Hadis-i Şerifi Ahmed bin Hanbel "Müsned"inde Enes (ra)'den rivayet etmiştir. Hadisin senedi sahihdir. Efendimiz (sav)'in bunları engellemeyişi, takrir hükmü ifade etmektedir. Niyet sahih olunca işlerin de iyiliğe hamli gerekir. Zira amellerin hükmü niyetlere bağlıdır.
Ebu Erâke, Hazret-i Ali ile birlikte sabah namazı kıldığını ifade eden ve daha sonra Hazret-i Ali'nin şöyle konuştuğunu rivayet etmiştir: "Ben, Muhammed (sav)'in ashabını gördüm. Allah'a andolsun ki, bugün onlara benzeyen bir şey göremiyorum. Onlar secdede ve kıyamda gecelerler, Allah'ın kitabını okurlar, kâh bir ayağının kâh diğer ayağının üzerine ağırlık verirlerdi (namazlarını böyle kılarlardı) Sabaha erdiklerinde Allah'ı zikrederler, rüzgârlı bir günde ağaçların sallandığı gibi sarsılırlardı. Gözlerinden akan yaşlar elbiselerini ıslatırdı."
Şeyh Abdü'l-Gani en-Nablusi, bir risalesinde bu Hadis-i Şerif ile istidlal ederek zikirde sallanmanın mendup olduğunun delilini çıkarmış ve "Bu Hadis, Ashab-ı Kiramın zikir sırasında şiddetli sarsıntıya uğradıklarının sarih ifadesidir. Bu şekilde zikir sırasında ihtizaz'ın mubah olduğu sabit bulunmaktadır. Hazret-i Ali (ra) Efendimiz'in (sav) beyanındaki "Ashab, fırtınalı günde ağaçların sarsıldığı gibi sarsılırlardı" sözü, zikir esnasında sallanmanın bid'at olduğunu iddiaya kalkışan kimsenin sözünü iptal etmektedir.
Şu ciheti bilhassa belirtmek isteriz ki, dinimizin müsaade etmediği çalgılı toplantılar tertip edip, onların tesiri ile sallanmalar, zikrin tesiri ile ve irade dışı sallanmalara kıyasla, asla meşru kabul edilemez. Onlar haramdır. Çünkü, irade ile ve nefse dayalı olarak işlenmektedir.
Hadis-i Şerifte, Peygamber (sav), amcasının oğlu Cafer bin Ebi Talib (ra)'e hitaben: "Sen benim yaratılışıma ve huyuma benzemektesin" demiş. Bu sözden son derece büyük bir hazz-ı manevi duyan Hazret-i Cafer (ra), Peygamber (sav) Efendimiz'in önünde raks etmeye başlamıştı. Sûfiyye'nin zikir esnasındaki vecd haliyle raks etmelerine bu Hadis-i Şerif bir asıl ve kaynak teşkil etmektedir.
2340 - Soru: Bir cemaatin ayakta iken zikir yapmaları caiz midir?
Cevap: Bunun caiz olduğunda bir tereddüt yoktur. Hazret-i Aişe (ra), "Peygamber (sav) her halinde Allah'ı zikrederdi" demiştir. Cenab-ı Hak, göklerde ve yerde, gece ile gündüzün ihtilâfında akıl sahipleri için deliller olduğunu haber verdikten sonra, bu kimseleri, "Onlar; ayakta oturarak ve yanları üzerinde (uzanmış iken) Allah'ı zikrederler" diye medih buyurmaktadır.
2341 - Soru: Mürid ile mürşid arasında yapılan ahdin dini bir dayanağı var mıdır?
Cevap: Tasavvuf yolunda kemâl sahibi olmak dileyen bir mürid, mürşid-i kâmilden kendisine ders vermesini istediğinde, şeyhinin ondan ahid almasının sarahat veya işaret yolu ile dini dayanağı vardır, şöyle ki, Peygamber (sav) Hudeybiye'de Ashab-ı Kiram ile Bey'atü'r-rıdvân"da onlardan ahid almıştı. Cenab-ı Hak buna işaret buyurarak, "Gerçek, sana bey'at edenler ancak Allah'a bey'at etmiş olurlar. Allah'ın eli onların elleri üstündedir." "Karşılıklı muahede yaptığınız vakit Allah'ın ahdini yerine getirin. Sapasağlam yaptığınız yeminleri bozmayın" buyurmaktadır.
Peygamberimiz'in (sav) Buhari'deki bir Hadislerinde, erkek sahabelerle olan bey'ati şöyle açıklamakta: "Hiçbir şey'i Allah'a ortak tutmamak, hırsızlık yapmamak, zina etmemek, çocuklarınızı öldürmemek, kendinizden uyduracağınız hiçbir yalanla (kimseye) iftira etmemek, maruf olan hiçbir işte isyan etmemek üzere bana bey'at ediniz."
Kadınlarla olan bey'ati de hemen hemen bu ifadeleri taşımaktadır. Bir de kocalarınızın malını (sormadan) almayınız" ziyadesi vardır.
Utbe bin Abd (ra), "Ben, Resulullah (sav) ile yedi bey'atte bulundum. Beşi taat, ikisi ise mahabbet üzerine olmuştur" demektedir.
Bu beyanlar, tasavvuf yolunda mürid ile mürşid arasındaki ahidleşmenin dayanağını teşkil etmektedir.
2342 - Soru: Sohbet ne demektir ve va'z ile sohbet arasındaki fark nedir?
Cevap: Sohbet, dost ve arkadaşça olan, samimi konuşma tarzına denilmektedir. Arapça'da sahip, arkadaş mânâsına gelmektedir. Bu kelime cemilendiği zaman sahb ve ashab denilmektedir. Va'z ile sohbet arasındaki farka gelince, va'zda bir kişi konuşur, diğerleri dinler. Arada bir sormak, izahat talebinde bulunmak, va'zda rastlanmaz. Sohbette sormak ve karşılıklı fikir teatisinde bulunmak mümkündür. Va'zı yapan konuşurken hakimane konuşmakla birlikte hakimce bir eda tarzı takip eder. Sohbette ise daha mülayim bir üslup, daha candan bir konuşma yolu takip edilir. Bundan dolayı sohbetin yapıcı tesiri daha fazladır.
2343 - Soru: O halde neden hep sohbet yapılmıyor da va'z yapılma ihtiyacı duyuluyor?
Cevap: Va'z geniş kitlelere hitap tarzıdır. Sohbet ise daha dar bir zümreye mahsus kalmaktadır. Görüş, inanç ve harekette asgari müşterekte birleşen insanlara karşı sohbet edilmesi daha uygun olmaktadır. Bundan dolayı Şah-ı Nakşibend Hazretleri, "Bizim yolumuz sohbet yoludur" buyurmuştur.
2344 - Soru: Bu sohbette iyi arkadaşları seçme lüzumu var mıdır? Varsa, bu, ayırım ve bölücülük olmakta değil midir?
Cevap: Peygamber (sav) Efendimiz, iyi kimse ile oturup sohbet etmeyi koku taşıyan kimseyle oturmaya, kötü arkadaşla oturmayı ise körük çekenin yanında bulunmaya benzetmiştir. Şu farkla ki, kötü kimsenin yanında zarara uğrayan elbise değil, inanç ve faziletlerdir. Çiçeği bulunan dikeni, dikeni bulunan çiçek (yani gül) ile denk tutmak mümkün ise, iyi kimse ile kötü şahsın sohbetini de birbirine eşit tutmak kaabil olur. Aksi halde, kişi iyi arkadaşların sohbetini aramak ve tercih etmek durumundadır. Şair ne hoş ifade etmiştir:
"Koyamam kargayı bülbül yerine,
Çiçek açmış dikeni gül yerine!"
İyi kimselerin meclisini tercih bölünmek değil, bölücülük yapmak hiç değildir. Ahlâksız insanların muhitinde imanını ve Kur'an'nı, ahlâkını ve faziletini çaldırmamak için iyi kimselerin etrafında perçinleşmektir. Bölücülük yapıldığı iddiası, bunları parçalamaya muvaffak olamayan kurtların iftiralarıdır. Peygamber (sav) Efendimiz bir Hadis-i Şeriflerinde: "Kişi arkadaşının dini üzerine (hareket edecek)tir. O halde kimi dost edineceğine iyi baksın" buyurmaktadır. Allah Resulü'ne (sav) bir gün şöyle denildi: "Bizimle otur(up kalk)anın hayırlısı hangisidir?" Efendimiz (sav) şu hikmetli cevabı lütfetti: "Onu görmek, size Allah'ı hatırlatır, konuşması (hayırlı) işinizi arttırır ve onun işi size ahireti hatırlatır?"
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://www.ultracimbom.biz
Körfez
Admin
Admin
Körfez


Erkek
Mesaj Sayısı : 22924
Nerden : KOCAELİ
Galatasaray'da Favori Futbolcusu : Mehmet Topal
Rep Gücü : 657
Kayıt tarihi : 17/02/08

3 Bin Seçme Fetva - Sayfa 7 Vide
MesajKonu: Geri: 3 Bin Seçme Fetva   3 Bin Seçme Fetva - Sayfa 7 Empty30/8/2008, 15:46

2345 - Soru: Tasavvuf yolunda takip edilecek sohbetin edeplerinden biraz bahseder misiniz?
Cevap: Kişi bu yolun marifetlerine kemaliyle vasıl olmadan önce, üstadının emriyle hareket etmeye devam etmelidir. Çünkü o büyük bir tabibi andırmakta ve kendisini tedavi için tavsiyelerde bulunmaktadır. Her vücudun marifet-i zevkıyyesi ve Rabbani hüküm neyi gerektiriyor ise onu verir. Onun şifa bulması için lâyık olan ve gıdası için elverişli bulunan hangisi ise onu tevdi eder.
Bir erin ve ermişin bin kişinin arasındaki hali, bir kişiye bin tane adamın va'zından faydalıdır. Kişi araştırmasını mürşidinden ders almadan önce yapar. Bu onun hakkı ve vazifesidir. Onu kitap ve sünnet üzerine hareket eden bir kimse olarak bulmuş ise ona sıkı yapışır ve onunla birlikte edeplenmeye çalışır ve onun halinden iktisap suretiyle derununu arıtmaya ve ağartmaya çalışır.
Hareketlerinde, hayırlı işler arasından hangisini öne almak gerektiğini mürşidine sorar: Zira ashab da böyle yapmışlardır. Abdullah bin Ömer (ra)'den rivayet olunan bir Hadis-i Şeriften öğreniyoruz ki, bir adam gelip harbe gitmek için Peygamber (sav)'den izin istemişti. Resul-i Ekrem (sav): "Annen ve baban hayatta mı?" buyurdu. O da "Evet" deyince, "Git de onların arasında (yapacağın hizmetle) cihad vazifesini gör" buyurmuştur. Bu cihad, cihad-ı asgar'dır. Nefisle olan cihad-ı ekberde ise bu hususa daha fazla dikkat göstermelidir. Ashab bile kendi işinde re'sen karar vermemiş ve cihad gibi hayırlı bir işte Allah Resulü'ne (sav) sormadan yola çıkmamıştır. Bu yolun yolcularına lâyık olan da Ashab-ı Kiramın takip ettiği yoldan gitmektir.
Mürşid-i kâmilin müride olan başlıca faydası, müridi Allah Teala'dan uzaklaştıran ayıbı açığa koymak, o kusuru teşhis edip müride göstermek ve tedavisinin ilacını haber vermektir. Bu da nefsinin dizginlerini şeyhine teslim edip onun dediği yoldan ayrılmayan sadık mürid için mümkün olur. Bunun için de mürid, nefsindeki hastalığı gizlemeyip mürşidine haber vermelidir. Velev ki onlardan bir tanesini olsun, gizler de haber vermezse, elbette şeyhinden kemâliyle faydalanamaz.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://www.ultracimbom.biz
Körfez
Admin
Admin
Körfez


Erkek
Mesaj Sayısı : 22924
Nerden : KOCAELİ
Galatasaray'da Favori Futbolcusu : Mehmet Topal
Rep Gücü : 657
Kayıt tarihi : 17/02/08

3 Bin Seçme Fetva - Sayfa 7 Vide
MesajKonu: Geri: 3 Bin Seçme Fetva   3 Bin Seçme Fetva - Sayfa 7 Empty30/8/2008, 15:47

MUDÂREBE ORTAKLIĞI
Mudârebe ortaklığı, kâr şirketidir. Bir taraftan sermaye, diğer taraftan emek ve iş görmek üzere yapılan bir çeşit ortaklıktır.
Bu nevi ortaklıkta sermaye bir veya müteaddit kimselere ait olur, sermayeyi işler hale getirip üretmek ise diğer bir kimseye ait olur. Sâyin neticesinde elde edilecek kâr da belirli bir nispet ve ölçü ile müşterek olur.
Bu çeşit ortaklıkta çalışan kimseye Mudârib, sermaye sahibine de Rabbülmâl adı verilmektedir. Bu ortaklığa diğer bir isim olarak "Mukraarada" da denilir.
Mudârebe ortaklığının teşkili, mudârebeye delâlet eden bir lâfız konuşularak icap ve kabul ile vücuda gelir. Meselâ, sermaye sahibi, çalışacak olan kimseye hitaben, "Şu sermayeyi al, elde edilecek kâr aramızda yarıya veya ikisi benim biri senin olmak üzere mudârebe yolu ile çalış" dese veya, "Şu paraları al da sermaye yap, kârı aramızda şu ölçü dahilinde ortak olsun" demek gibi, mudârebe mânâsını ifade edecek bir söz söylese ve bu sözler muhatap olan kimse de bu şartlar dahilinde çalışmayı kabul etse, mudârebe ortaklığı akdi yapılmış olur.
Mudârebe akdi, zaman, mekân, yapılacak ticaretin çeşidi, satıcı ile müşteri belirtmek suretiyle birtakım kayıtlara bağlanacak olursa mudârebe-i mukayyede adı verilir. "Falan vakit, şu mahalde veya falan cins mal al, sat, falan kimseler ile alışveriş yap" demek gibi. Şayet bu gibi kayıtlara bağlanmayacak olursa mudârebe-i mutlak adı verilir.
Mudârebe ortaklığının bu gibi kayıtlara bağlanması, ortaklık akdinin yapıldığı sırada olabileceği gibi, daha sonra da olabilir. Mudârib'in bu kayıtlara riayet göstermesi gerekir. Çünkü bu ortaklık, bir nevi vekâlet vermektir. Şu kadar var ki, bu kayıtlar ortaklığın faydasına olmalı ve eldeki sermaye mala çevrilmemiş bulunmalıdır. Şirketin menfaatine olmayan kayda riayet gerekmez. Meselâ, satın alacağı malları peşin para ile satma, denildiği halde mudarip o malları veresiye olarak satacağı fiyattan peşin paralı bir müşteriye satabilir. Sermaye sahibinin "Satma" sözü, şirketin faydasına olmamaktadır. Sermaye mala çevrildiği zaman, sermaye veren kimse bu hususta bir kayıt koyamaz. İsterse ileri süreceği kayıtlar, şirketin faydasına olsun. Çünkü, sermaye sahibi, para mala çevrildikten sonra mudâribi azletmeye salahiyetli değildir. Bu sebeple de kayda bağlamaya da salâhiyeti kalmamış olmaktadır.
Mudârebe ortaklığının sahih olmasının bazı şartları vardır. Bu şartlardan biri bulunmayacak olursa ortaklık fasid olur.
1- Sermaye sahibinin vekâlet vermeye, mudârib'in de bu vekâleti ifa etmeye ehliyetleri bulunmaktadır. (Bu ehliyet, akdi yapan kimselerin akıllı, buluğ çağına ulaşmış olmaları; ergenlik çağına ulaşmamış ise ticaret yapmaya mezuniyetlerinin bulunması ve iyiyi kötüden, zararı yarardan ayırt edecek akli rüşde sahip olmalarıdır)
2- Şirket sermayesinin altın, gümüş paralar ile piyasada geçerli bulunan sair meskûkat kabilinden ayn (denilen) bir mal olması şarttır. (Yani mudârebe ortaklığının sermayesi, ticaret malları, akar, kileye tartılan hububat, kantarla tartılan mallar ile halkın veya mudâribin zimmetindeki alacaklar sermaye olamaz)
Mal sahibi ticaret mallarından bir şey verip de "Bunu sat, bedeli ile mudârebe yolu ile iş gör" dese mudârib de kabul etse ve o malı satıp bedeli olan parayı sermaye edinse, mudârebe ortaklığı sahih olur. Bu istisna, mal karşılığında mudârebe akdinin olabileceğini değil, o malın satılıp paraya döndükten sonraki hali ile ortaklığın sahih olacağını ifade etmektedir.
3- Sermayenin akdi yapanların katında bilinir olması şarttır. (Bu bilinme, "kırk tane sarı lirayı sana mudârebe yapman için verdim", demek gibi bir ifade ile olur veya elinde bulunan altınları göstererek, "Bunları sana mudârebe için verdim" demek gibi işaretle de olur)
4- Akdi yapan kimsenin kârdan alacağı hisselerin yarı, üçte bir, dörtte bir gibi şayi bir cüz olarak belirtilmesi şarttır. (Meselâ, sermaye sahibi veya mudâribden birine belirli bir miktarın verilmesi şart edilecek olsa mudârebe ortaklığı fasid olur. Şöyle ki: "Elde edilecek kârdan, taksim işine geçilmezden önce, sermaye sahibine bin lira verilecek, geri kalan, ikisinin arasında yarıya taksim edilecek" denilmesi gibi)
5- Sermayenin mudâribe teslim edilmesi şarttır. (Zira, sermaye olacak para mudâribe verilmedikçe, onun iş görmese imkânı olmaz)
6- Mudâribe verilecek hissenin kârdan olması şarttır. (Mudârip için belirtilecek hissenin sermayeden veya bir miktarı sermayeden diğer kısmı kârdan verilmek üzere sözleşme yapılsa mudârebe akdi fasid olur)
2346 - Netice Fetvalarından: "Zeyd, Amr'a verdiği şu kadar kile buğday için mudârebe (ortaklığı için sermaye) olsun, deyip verse ve fakat mudâribe hitaben sat da bedeli ile iş gör, demiş olmasa bu akid caiz olmaz" (H.Ec. 2/98)
Açıklama: Mudârebe akdinin sahih olması için, yukarıda belirtilen şartlardan ikincisine aykırı düştüğünden, akdin sahih olmayacağı hükme bağlanmıştır.
2347 - Abdürrahim Fetvalarından: "Kârdan şu kadarı mal sahibinin olmak üzere, mudârebe (ortaklığı) akdi yapıp, kâr hasıl olsa, tamamını mal sahibi alıp mudârip ecr-i misli alır" (H.Ec. 2/99)
Açıklama: Bu fetvada belirtilen tablo da yukarıdaki şartlardan dördüncüsüne başka bir yönden muhalif bulunmaktadır. Şöyle ki: Elde edilen kârın taksimine geçilmeden önce, sermaye sahibine açıktan bir pay ayrılmasının şart koşulması, akdin fasid olmasına sebep teşkil etmektedir. Bu cihetle, mudârip çalışmasının karşılığında ücretini alır ve fakat kâra iştirak edemez.
2348 - Eeyziye Fetvalarından: "Zeyd, Amr'dan mudârebe yolu ile aldığı parayı çalıştırsa ve fakat kâr hasıl olmayıp akid fesh olunsa ve Amr ana sermayeyi aldığında paramı çalıştırdın, diyerek Zeyd'ten bir şey istemeye güçlü (ve haklı) olmaz" (H.Ec. 2/99)
2349 - Feyziye Fetvalarından: "Mudârip, mudârebe (şirketi) parası ile aldığı kumaşı satmadan önce vefat etse ve onun arkaya bıraktığı malı, vasi sattığı zaman ilk bedele noksanlık ârız olsa, o noksanı terekesinden ödemek gerekmez" (H.Ec. 2/99)
2350 - Feyziye Fetvalarından: "Mudârip, mudârebe (şirketi) metaını, mal sahibinin izni olmaksızın, bir başkasına ücret verip başka bir diyara taşıtsa, anılan bu ücret ile mudârebe ortaklığa dönüp, (parayı) istemeye güçlü olmaz" (H.Ec. 2/99)
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://www.ultracimbom.biz
Körfez
Admin
Admin
Körfez


Erkek
Mesaj Sayısı : 22924
Nerden : KOCAELİ
Galatasaray'da Favori Futbolcusu : Mehmet Topal
Rep Gücü : 657
Kayıt tarihi : 17/02/08

3 Bin Seçme Fetva - Sayfa 7 Vide
MesajKonu: Geri: 3 Bin Seçme Fetva   3 Bin Seçme Fetva - Sayfa 7 Empty30/8/2008, 15:47

2351 - Feyziye Fetvalarından: "Zeyd, mudârebe yolu ile Amr'dan aldığı para henüz elinde iken Amr vefat etse, Zeyd, mirasçıların izinlerini almadan çalışıp para elinde iken zayi olsa (vereseye) ödemesi gerekir" (H.Ec. 2/99)
Açıklama: Bu fetvada belirtilen mes'eleye göre, sermaye sahibi bulunan Amr'ın ölümü ile şirket münfesih hale gelir. Bu durumda iki ihtimal vardır: Ortaklığın malı para halinde ise, mirasçıların iznini almadan mudârip bu para ile tasarrufta bulunamaz. Şayet şirket malı, ticaret malına çevrilmiş durumda ise, mudârip o malı sermaye sahibinin şehrinde satarak paraya çevirir ve sermaye ile kârdan hisselerine düşeni mirasçılara verir. Bu fetvada zarara uğrayan sermayenin, mudarip tarafından ödenmesine hükmedilmesinin sebebi, şirket sermayesinin para halinde bulunması ve varislerin izni alınmadan ticarete devam edilirken, sermayenin zayi olması yüzünden olmaktadır. Mudârebe ortaklığı on sebepten biri ile münfesih olur:
1 - Sermaye sahibinin ölümü,
2- Mudâribin ölümü,
3- Sermaye sahibinin devamlı bir delirme ve hasta durumda bulunması,
4- Mudâribin devamlı bir delilik ile hasta duruma gelmesi,
5- Sermaye sahibine bunaklık veya hukuki tasarruflarına hacr konulması sebebiyle mahcur olması,
6- Beşinci maddede belirtilen hallerin mudâribde meydana gelmesi,
7- Mudârebe ortaklığı muvakkat bir zaman için yapılıp, vaktin geçmesi,
8- Sermaye sahibinin mudâribi ortaklıktan azl etmesi,
9- Mudâribin ortaklıktan istifa emesi,
10- Daha tasarruf vuku bulmadan sermayenin telef olması.
2352 - Feyziye Fetvalarından: "Zeyd, mudârebe yolu ile Amr'dan aldığı parayı çalıştırıp kâr hasıl olduktan sonra Amr, sermaye ve kârın tamamını zor kullanarak Zeyd'ten alsa, Zeyd, kârdan hissesini geriye almaya güçlü ve haklı olur" (H.Ec. 2/98)
2353 Netice Fetvalarından: "Mudârib, sermaye sahibinin belirttiği şeylerden başka bir şey satın alsa sermaye sahibi tazmin ettirir" (H.Ec. 2/100)
Açıklama: Bu fetvada belirtilen mudârebe ortaklığı, mudârebe-i mukayyede olmaktadır. Sermaye sahibi, yapılan ortaklık akdine birtakım kayıtlar getirmiş ve mudâribin satacağı mal çeşidini belirtmiş bulunmaktadır. Artık mudârib bu kayıt ve şarta riayet göstermek zorundadır.
2354 - Netice Fetvalarından: "Zeyd, kârı beraber olmak üzere, Amr'a şu kadar para verip başkasına mudârebe yolu ile vermeye de izin vermekle, Amr, kârın yarısı Bekir'in olmak üzere sermaye verip o da çalıştırıp kâr hasıl olsa, Zeyd'e, yarısı da Bekir'e verilir. Amr'a bir şey verilmez" (H.Ec. 2/200)
2355 - Netice Fetvalarından: "Malın sahibi, mudârib ile beraber çalışmayı şart koşsa, mudârebe fasid olur, mudârip ecr-i misil alır" (H.Ec. 2/100)
2356 - Netice Fetvalarından: "Mudârip çalıştırdığı para ile kâr hasıl olduğu zaman, benim çalışmam ile hasıl oldu diyerek kârın tamamını zabt etmeye güçlü olmayıp, şart kılındığı üzere, mal sahibi ile taksim ederler (H.Ec. 2/100)
2357 - Ali Efendi Fetvalarından: "Mudârip, mudârebe (şirketi) malını kumaşa çevirmeden önce, evini eşkıya basıp (malını) yağma etseler, mudâribe ödeme lâzım gelmez" (H.Ec. 2/100)
2358 - Ali Efendi Fetvalarından: "Mudârip, mudârebe (ortaklığı) malı ile aldığı kumaşları, vadeli olarak Bekir'e satıp bedelini almadan önce Bekir iflas etse, mudâribe ödeme lâzım gelmez" (H.Ec. 2/100)
2359 - Ali Efendi Fetvalarından: "Zaman, belde, kumaş ve iş görecek kimse, (sermaye sahibi tarafından) belirtilmiş olan mudârebe akdinde, mudârip aksine hareket ve tecavüz edip de mudârebe malı zayi olsa mudâribe ödeme (cezası) lâzım gelir" (H.Ec. 2/100)
2360 - Behce Fetvalarından: "Sermayede kâr hasıl olduktan sonra, mal sahibi sermaye olarak vermiştim, dese, mudârip de mudârebe yoluyla vermiştin, deyip de ihtilâf etseler (son) söz mal sahibinindir" (H.Ec. 2/100)
2361 Behce Fetvalarından: "Mal sahibi kâr hasıl oldu, deyip mudârip ise tecavüz olmaksızın zarar etti dese, daha sonra sermayeyi mal sahibine vermek üzere sulh olsalar, bahsi geçen sulh sahih olmaz" (H.Ec. 2/100)
2362 - Abdürrahim Fetvalarından: "(Mal sahibi), mudârebe (şirketi) malını başka kimseye verme, diyerek yasaklama yaptığı halde, mudârip güveni olmayan bir kimseye verip de (mal) zayi olsa, ödeme lâzım olur" (H.Ec. 2/100)
2363 - Abdürrahim Fetvalarından: "Zeyd'in mudârebe yolu ile Amr'dan aldığı para, ilk çalışmaya başladığı sırada tecavüz bulunmaksızın zayi olsa, Zeyd'e ödeme (cezası) lâzım olur" (H.Ec. 2/100)
2364 - Feyziye Fetvalarından: "Zeyd, Amr'dan mudârebe yolu ile aldığı parayı kumaşa çevirse, Amr da o kumaşı, Zeyd'ten izinsiz başkasına satıp kâr hasıl olsa, Zeyd kârdan hissesini alır" (H.Ec. 2/100)
2365 - Netice Fetvalarından: "Mudâribin ilk çalışmasında tecavüz bulunmaksızın sermayeye zarar gelse, daha sonraki çalışmasında kâr hasıl olsa, o kâr ile sermaye tamamlanır" (H.Ec. 2/101)
2366 - Ali Efendi Fetvalarından: "Zeyd, mudârebe yolu ile Amr'dan aldığı parayı çalıştırmayıp (mal sahibinden) izinsiz olarak Bekir'e borç yolu ile verip de helak olsa, Zeyd'in ödemesi gerekir" (H.Ec. 2/101)
2367 - Ali Efendi Fetvalarından: "Zeyd, mudârebe yolu ile aldığı parayı çalıştırmasa, mal sahibi eğer çalıştırmış olsaydın şu kadar kâr hasıl olurdu, diyerek Zeyd'den bir şey almaya güçlü olmaz" (H.Ec. 2/101)
2368 - Ali Efendi Fetvalarından: "Mudârebe malı ile şu kadar kâr hasıl olunca, mudârip, sermaye ile kârdan (aralarındaki) şartlar üzerine hissesini mal sahibine vermekte iken kârın hepsini ben alırım, demeye güçlü (ve haklı) olmaz" (H.Ec. 2/101)
2369 - Ali Efendi Fetvalarından: "Mudârip, çalışıp kâr hasıl olduğu zaman (konuşulan) şartlar üzerine sermaye sahibinin hissesine düşenin bir miktarını verip bir miktarı zimmetinde iken, mudârip vefat etse, geri kalanı terekesinden alınır" (H.Ec. 2/101)
2370 - Ali Efendi Fetvalarından: "Zeyd, kendisine borcu bulunan Amr'a hitaben zimmetinde olan alacağım mudârebe (sermayesi) olsun, dese mudârebe akdi (sahih) olmaz" (H.Ec. 2/98)
Açıklama: Bu fetvada sermaye olarak belirtilen şey, ayn diye ifade edilen bir mal değil, deyn (alacak)tır. Bu sebeple yukarıda belirtilen şartların ikincisine aykırı düştüğü için yapılacak akdin sahih olmadığı ifade edilmiştir.
2371 - Ali Efendi Fetvalarından: "Mudârebe (ortaklığı) malı kumaş iken, mal sahibi borç olsun dese, mudârib de borç olur sanarak kabul ettikten sonra, mal, tecavüz olmaksızın zayi olsa ve mudârib de vefat etse, sermaye sahibi (ölenin) terekesinden ödetmeye güçlü olmaz" (H.Ec. 2/98)
Açıklama: Mudâribin elinde bulunan bu mal, emanet kabilindendir. Bu sebeple, kendi kusuru ve tecavüzü olmaksızın zayi olması sebebiyle ödeme gerekmeyeceği ifade edilmiş bulunmaktadır.
2372 - Ali Efendi Fetvalarından: "Mudârebe (ortaklığı) malı, kumaşa çevrildikten sonra, mudârib, mal sahibinin rızası olmaksızın mudârebeyi fesh etmeye güçlü olmaz" (H.Ec. 2/98)
2373 - Ali Efendi Fetvalarından: "Mudârip, malı kumaşa tebdil edip henüz kumaş halinde iken mal sahibi vefat etse, mudârip "kumaşı satıp sermayeyi ve kârdan hissesini vereyim" derken, mirasçılar kumaşı sen kendinde alıkoy, sermayeyi bize ver diyemezler" (H.Ec. 2/98)
2374 - Behce Fetvalarından: "Sermaye, gümüş ve altın olursa mudârebe ortaklığı sahih olur. Kumaş olur ise sahih olmaz. Hüküm böyle iken, kumaş ile mudârebe akdi yapıp da, kâr hasıl olsa, tamamı mal sahibinin olur. Mudârip ise çalışmasının karşılığı olan ecr-i misil alır" (H.Ec. 2/98)
2375 - Behce Fetvalarından: "İş görmeden önce mal sahibi vefat etse, mudârebe ortaklığı batıl olur" (H.Ec. 2/98)
2376 - Abdürrahim Fetvalarından: "Mudârebe ortaklığının parası ile kumaş alınıp, kıymeti sermaye miktarında iken, mudârip o kumaşı sermaye karşılığı ve karşılıklı rıza ile mal sahibine verip, o da sattığında kâr hasıl olsa, mudârip pişman olup kâra girmeye güçlü olmaz" (H.Ec. 2/98)
2377 - Abdürrahim Fetvalarından: "Mudârebe akdinde kâr hissesi açıklanmayıp, kâr hasıl olsa (yarı yarıya) beraber taksim ederler" (H.Ec. 2/98)
2378 - Abdürrahim Fetvalarından: "Mudârip, mudârebe (şirketinin) malı ile kumaşı alıp götürdüğünde bir miktar kâr ile müşteri çıkmakla, sermaye sahibi sat, dediğinde mudârip şimdi satarsam kâr az olur, diyerek satıştan çekinmeye güçlü olmaz" (H.Ec. 2/98)
2379 - İbni Nüceym Fetvalarından: "Mudârip, mudârebe malı ile kumaş alıp, onu kârı ile satsa ve parası alınmadan (ortaklık) akdi fesh edilse, sermaye sahibi satış bedelini tahsil et, diye mudâribe zorlama yapmaya güçlü olur" (H.Ec. 2/98)
2380 - İbnni Nüceym Fetvalarından: "Zeyd, mudâribi bulunan Amr'a hitaben kârdan şu kadar para gizlemediğine, diye yemin verdirmeye güçlü olur. Şayet Amr, çekinecek olursa, Zeyd'in hissesi(ni vermek) Amr'ın üzerine hükmolunur" (H.Ec. 2/98)
2381 - Netice Fetvalarından: "Mudârip, sahih olan mudârebe-i mutlakada almış olduğu para ile başka memlekete yolculuk yaptığında, mudârebe (ortaklığı) malından binek ve nafakasına sarf etmeye güçlü (ve haklı) olur" (H.Ec. 2/99)
2382 - Netice Fetvalarından: "Mudârip, mudârebe (şirketi) malını bir müddet çalıştırıp mal sahibine kârdır diyerek bir miktar para verip, daha sonra mal sahibi (ortaklık) akdini fesh etse, sermayeyi istediğinde mudârip "Kârdır diye verdiğim parayı ana sermayeye tut" demeye güçlü olmaz" (H.Ec. 2/99)
2383 - Netice Fetvalarından: "Zeyd, Amr'dan mudârebe (şirketi) yolu ile aldığı parayı mala tebdil edip malda fazlalık hasıl olduğu açığa çıkmakla, Amr, Zeyd'e hitaben, malı satıp sermaye ile kârdan hissemi ver, dediğinde Zeyd satmasa, satış üzerine cebr olunur" (H.Ec. 2/99)
2384 - Behce Fetvalarından: "Mudârebe (ortaklığının) malı, tecavüz ve kusur işlemek sebebiyle zayi olsa, ödeme lâzım gelir" (H.Ec. 2/99)
2385 - Abdürrahim Fetvalarından: 'Mudârip, mudârebe malı ile aldığı kumaşı, ticaret için başkasına satma yolunda (çalışır) iken, mal sahibi satıştan engellese, bu yasaklama ile amel olunmaz" (H.Ec. 2/99)
2386 - Abdürrahim Fetvalarından: "Zeyd, sened (hasıl olan) kârdan, Amr'a şu kadar lira vermek üzere, mudârebe yolu ile şu kadar lira verip, o da çalıştırdıktan sonra şu kadar kâr hasıl olsa, Zeyd, Amr'a ecr-i mislini verip kârın tamamını alır" (H.Ec. 2/99)
Açıklama: Fetvada belirtilen tablo, yukarıda belirtilen yedi şartın dördüncüsüne uymadığı için, yani hasıl olan kârı yarı, üçte bir gibi belirli hisseler ile karara bağlamak yerine, sermaye sahibinin, mudâribe şu kadar para verme teklifiyle, şarta muhalif bir akid yolu tutulmuş olduğu için, mudârebe akdi fasid olur. Bu sebeple, Amr çalıştığına karşılık ecr-i misli alır, fakat kâra ortak olamaz.
2387 - Ali Efendi Fetvalarından: "Mudârip, mudârebe (ortaklığı) parası ile bir müddet çalışıp kâr hasıl olmasa ve aralarındaki akdi feshetseler, mudârip mal sahibinden ücret istemeye güçlü olmaz" (H.Ec. 2/101)
Açıklama: Mudârip, kârın ortağıdır. Kâr hasıl olduğu takdirde, aralarındaki konuşmaya göre hissesini alır. O, ücretiyle çalıştırılan kimse değildir ki, akdin fesh edilmesi üzerine ücret talebinde bulunmaya haklı olsun.
2388 - Ali Efendi Fetvalarından: "Mudârip, elinde bulunan mudârebe malının tecavüz bulunmaksızın helak olduğunu söylese, (sözü) yemin ile tasdik olunur" (H.Ec. 2/101)
2389 - Abdürrahim Fetvalarından: "Mudârip, iş gördükten sonra, mal sahibi şu kadar kâr hasıl oldu deyip, mudârip de hiç kâr hasıl olmadı dese, (son) söz mudâribin dediğidir" (H.Ec. 2/101)
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://www.ultracimbom.biz
Körfez
Admin
Admin
Körfez


Erkek
Mesaj Sayısı : 22924
Nerden : KOCAELİ
Galatasaray'da Favori Futbolcusu : Mehmet Topal
Rep Gücü : 657
Kayıt tarihi : 17/02/08

3 Bin Seçme Fetva - Sayfa 7 Vide
MesajKonu: Geri: 3 Bin Seçme Fetva   3 Bin Seçme Fetva - Sayfa 7 Empty30/8/2008, 15:47

ZİRAAT ORTAKLIĞI (Müzaraa)
Müzaraa, bir taraftan arazi, diğer taraftan çalışma olmak üzere ve bu husustaki şart ve rükünlere uygun olarak yapılan ortaklıktır. Bunlar, çıkan mahsule yarı yarıya, ikili birli gibi belirli bir nispet üzerinde karara bağlayabilirler.
Müzaraanın meşruiyeti Peygamber (sav) Efendimiz'in sünneti ile sabittir. Efendimiz (sav), Hayber halkına mahsulünün yarısını vermek üzere müzaraa akdi yapmışlardır. Bu hususa insanların ihtiyacı vardır. İmameyn'in içtihadı bu istikamettedir.
Müzaraanın rüknü dörttür: Arazi, tohum, iş ve ziraatte kullanılacak hayvanlardan ibarettir. Bugün, hayvanın yerine traktörü koyabilirsiniz.
Müzaraanın mahiyeti, bu dört rüknün bulunması ile tahakkuk eder. Bu rükünler muvacehesinde yapılacak bir müzaraada yedi şekil tasavvur edilebilir:
1 - Arazi ile tohum bir taraftan, iş görme ile hayvanlar diğer taraftan olmasıdır. (Bu müzaraa şekli sahihtir. Çünkü bunda iş üzerine kiralama yapılmış olur, hayvan ise iş görenin aletidir)
2- Arazi ile tohum ve hayvan bir taraftan, iş görme de diğer taraftan olmak üzere yapılan bir akiddir. (Bu şekildeki müzaraa da sahih olup, arazinin sahibi kendi aletleri ile iş görmesi için çalışacak olanı isticar etmiş olur)
3- Arazi bir taraftan; iş, tohum ve hayvan, diğer taraftan olmak üzere yapılan müzaraadır. (Bu şekilde müzaraa da sahihtir)
4- Arazi ile hayvan bir taraftan, iş ile tohum diğer taraftan olmak üzere yapılan sözleşmedir. (Bu müzaraa şekli fasiddir)
5- Arazi ile işçilik bir taraftan, tohum ile hayvan da diğer taraftan olmak üzere yapılacak sözleşmedir. (Bu şekil de fasiddir)
6- Arazi ile tohum ve işçilik bir taraftan, hayvan ise diğer taraftan olmak üzere yapılacak akiddir. (Bu şekil de fasiddir)
7- Arazi ile iş ve hayvan bir taraftan, tohum da diğer taraftan olmak üzere yapılacak sözleşmedir. (Bu şekil de fasiddir)
Müzaraa akdinin rüknü, icap ve kabulden ibaret olmak üzere ikidir. Arazi sahibi, çiftçiye hitaben, "Şu tarlamı, çıkacak mahsulün yarısı sana ait olmak üzere müzaraa cihetiyle sana verdim" dese, iş görecek olan da "Kabul ettim" veya "Razı oldum" 'dese, aralarında müzaraa akdi yapılmış olur.
Müzaraa'nın sıfatına gelince, tohum sahibi olmayan taraf hakkında, müzaraa akdinin ukud-i lâzimeden olmasıdır.
Müzaraa ortaklığının sahih olabilmesi için sekiz şart vardır. (Bunlar bulunmaz ise müzaraa fasid olur):
1 - Müzaraa akdini yapanların akıllı olmaları şarttır. (Ehliyeti haiz olmayan kimselerin hiçbir akdi sahih değildir. Müzaraaya ehliyet akıllı olmakla tahakkuk eder)
2- Ziraate yeterli bir müddetin dile getirilip tayin edilmiş olması şarttır. (Meselâ, bir sene, iki sene gibi bir zamanın belirtilmesi gerekir)
3- Müzaraa akdinde tohumun kimin tarafından verileceğinin açıklanması şarttır. (Tohumu kim tarafından verileceği belli olmazsa, iki taraf arasında anlaşmazlığa yol açar)
4- Müzaraa ortaklığında tarlaya ne ekileceğinin belirtilmesi veya çiftçiye ne dilerse ekme hususunda geniş salâhiyet verilmesi şarttır. (Zira, ümit edilen fayda tohuma göre değişir, hatta bazı tohum yere zararlı bile olur. Bu sebeple arazi sahibinin buna rıza göstermesi lâzımdır)
5- Müzaraada akdi yapanların çıkacak mahsuldeki hisselerinin yarı, ikili, birli gibi cüz'ü şâyi olarak tayini şarttır. (Eğer böyle bir hisse belirtilmeyecek olursa veya çıkacak mahsulden şu kadar kile diyerek kesin bir tayin yapılırsa müzaraa sahih olmaz)
6- Müzaraada arazinin ziraate elverişli olması şarttır. (Arazi taşlık veya çorak durumda olursa, ziraate elverişli değildir. Bu takdirde yapılacak müzaraa ise fasid olur)
7- Müzaraa ortaklığında ekilecek arazinin çiftçiye teslimi şarttır. (Zira, çiftçinin iş görebilmesi böyle bir teslime dayalı bulunmaktadır)
8- Müzaraa akdinin neticesinde hasılat meydana gelince, akdi yapanların ortak sayılmaları şarttır. (Çünkü müzaraa, başlangıçta icare, sonunda şirket mahiyetindedir)
İslâm fukahasının bu hususlar muvacehesinde verdikleri fetvalardan bazı örnekleri aşağıya alıyoruz:
2390 - Netice Fetvalarından: "Yer ve öküz Zeyd'in, tohum ve işçilik Amr'dan olmak üzere müzaraa akdi yapsalar, (bu sözleşme) fasid olduğu için, Amr yerin ve öküzün ecr-i mislini Zeyd'e verip mahsulü kendi zapt eder" (H.Ec. 2/158)
2391 - Ali Efendi Fetvalarından: "İşçilik, Zeyd'in; tohum, yer ve öküz Amr'ın olmak üzere müzaraa akdi yapsalar, lâkin Zeyd iş görmese, müzaraa akdi yapmıştık, diyerek Amr'dan bir şey almaya güçlü (ve haklı) olmaz" (H.Ec. 2/158)
2392 - Behçe Fetvalarından: "Tohum, yer, öküz ve aletler Zeyd'in; işçilik Amr'ın olmak üzere müzaraa akdi yapılsa ve fakat müddet açıklanmasa sahih olmaz" (H.Ec. 2/158)
Açıklama: Fetvada belirtilen müzaraa tablosu, bu bahsin evvelinde gösterilen yedi şekilden ikincisine uygunluk arzettiği halde, akdin sahih olmamasının sebebi, müzaraa akdinin sahih olabilmesi ile alâkalı 8 şarttan ikincisine aykırılık gösterdiği içindir. Zira, "Ziraate yeterli bir müddetin belirtilmiş olması" şartı bulunmamıştır.
2393 - Netice Fetvalarından: "Yer ve tohum Zeyd'in, öküz Amr'ın, işçilik ise aralarında ortak olmak üzere müzaraa sözleşmesi yapsalar, fasid olması sebebiyle, Zeyd öküzün ve işçiliğin ecr-i mislini Amr'a verip mahsulün hepsini alır" (H.Ec. 2/158)
2394 - Ali Efendi Fetvalarından: "Yer Zeyd'in, tohum, işçilik ve öküz Amr'ın olmak üzere müzaraa sözleşmesi yapılsa, mahsul meydana geldiğinde Zeyd zor kullanarak tamamını almış olsa, Amr hissesini almaya güçlü (ve haklı) olur" (H.Ec. 2/158)
2395 - Behce Fetvalarından: "Yer Zeyd'in, işçilik, öküz ve tohum Amr'ın, çıkacak mahsul beraber (yarıya) olmak üzere müzaraa akdi yapılıp (tarla) işlense, (tohum) çimlendikten ve fakat harman olmazdan önce Zeyd vefat etse, varisler mahsulün yarısını alırlar" (H.Ec. 2/158)
2396 - Abdürrahim Fetvalarından: "Müzaraa akdi yapanlar, çıkacak mahsulün aralarında ne miktar taksim olunacağını açıklamasalar sahih olmaz" (H.Ec. 2/158)
2397 - Netice Fetvalarından: "İşçilik Zeyd'in; tohum, yer ve öküz Amr'ın olmak üzere müzaraa sözleşmesi yapsalar fakat mahsul olmasa, Zeyd iş gördüğü için Amr'dan bir şey almaya güçlü (ve haklı) olmaz" (H.Ec. 2/158)
2398 - Behce Fetvalarından: "Fasid olan bir müzaraa akdinde, iş gören, bir miktar çalıştıktan sonra tohum sahibi ziraat yapmaktan çekinse, iş gören çalışmasının ecr-i mislini alır" (H.Ec. 2/158)
2399 - Abdürrahim Fetvalarından: "Bir öküz ile tarla ve işçilik Zeyd'in; bir öküz ile tohum da Hind'in olmak üzere müzaraa akdi yapılsa sahih olmaz" (H.Ec. 2/158)
2400 - İbni Nüceym Fetvalarından: "Zeyd, Amr ile ortak olduğu tarlaya buğday ekip (tohumlar) yetiştikten sonra, Amr, tohumunun yansının bedelini Zeyd'e verip ekin aralarında ortak olmak üzere karşılıklı razı olsalar, bu akid caiz olmaz" (H.Ec. 2/158)
2401 - Ali Efendi Fetvalarından: "Tarla ve tohum Zeyd'in işçilik ve öküz Amr'ın olmak üzere yarıya müzaraa akdi yapılıp saman konuşulmasa, saman da yarıya (taksim) edilir" (H.Ec. 2/158)
2402 - Ali Efendi Fetvalarından: "İşçilik ve öküz ile tohumun yarısı Zeyd'in, tohumun diğer yarısı ile tarla Amr'ın, çıkacak mahsul aralarında eşit olmak üzere müzaraa akdi yapsalar, Zeyd, tarlanın yarısının ecr-i mislini Amr'a verip çıkan mahsulün yarısını almaya güçlü (ve haklı) olur" (H.Ec. 2/158)
2403 Behce Fetvalarından: "Zeyd, Amr ile bir sene sonuna kadar müzaraa akdi yapsalar, sonunda çıkan mahsulü aralarında taksim ettikten sonra, yeni bir sözleşme yapmadan, önceki sözleşme gereğince Amr bir sene daha (tarlayı) işleyip mahsul yetişse, o beldenin âdeti bu şekilde ise, akid yapılmayan senenin mahsulü de akdi yapılmış bulunan senenin şartı üzerine aralarında taksim olunur" (H.Ec. 2/158)
2404 İbni Nüceym Fetvalarından: "Zeyd, Amr ile müzaraa akdi yaptıktan sonra, ekinin biçilmesi, dövülmesi ve savrulması Amr'ın üzerine olmak üzere şart kılınsa caiz olur" (H.Ec. 2/158)
2405 - İbni Nüceym Fetvalarından: "Sahih olan müzaraa yer ve tohum Zeyd'in, öküz ve işçilik Amr'ın; yahut yer Zeyd'in, tohum, öküz ve işçilik Amr'ın veyahut da yer, öküz ve tohum Zeyd'in, sadece işçilik Amr'ın olandır. Bu (üç) şekilden başka yapılacak müzaraa akdi sahih olmaz" (H.Ec. 2/158)
2406 - Feyziye Fetvalarından: "Yer ve tohum olarak Zeyd ve Amr'ın, işçilik ve öküz Bekir'in olup mahsulün yarısı Zeyd ve Amr'in; diğer yarısı Bekir'in olmak üzere müzaraa akdi yapıp da Zeyd hissesini almadan vefat etse, mirasçıları alırlar" (H.Ec. c. 2/59)
2407 - Ali Efendi Fetvalarından: "Tohum Zeyd'in; yer, öküz ve işçilik Amr'ın olmak üzere müzaraa akdi yapılıp ekin olduğunda, Amr, Zeyd'in izni ile ekini kendi harmanında dövmekte iken, tecavüz (ve kusuru) olmaksızın ekin çalınmış olsa, Amr'ın ödemesi lâzım gelmez" (H.Ec. c. 2/159)
2408 - İbni Nüceym Fetvalarından: "İşçilik Zeyd'in; tohum, yer, öküz ve (işçilik için gerekli) aletler Amr'ın olup, çıkacak mahsul aralarında beraber (yarı yarıya) olmak üzere müzaraa akdi yapsalar, mahsul meydana geldikten sonra, haksızlık yapmak isteyen Bekir, o mahsulü hayvanlarına yedirse Amr hissesini Bekir'den tahsil eder." (H.Ec. c. 2/159)
2409 - Abdürrahim Fetvalarından: "Zeyd, mülkü olan bahçesini yetmiş seneden beri bir sudan nöbet ile sulayıp geldiği halde, nöbet (ile su alan) diğer hak sahipleri, eskiden beri konulan sıraya göre su almaktan Zeyd'i engellemeye güçlü ve haklı olmazlar" (H.Ec. c. 2/160)
2410 - Abdürrahim Fetvalarından: "Zeyd'in evinin suyu, eskiden beri Amr'ın arsasından akıp gelmekte iken, Amr arsayı Bekir'e satsa, Bekir o suyu akıtmaktan Zeyd'i men etmeye güçlü olmaz" (H.Ec. c. 2/160)
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://www.ultracimbom.biz
Körfez
Admin
Admin
Körfez


Erkek
Mesaj Sayısı : 22924
Nerden : KOCAELİ
Galatasaray'da Favori Futbolcusu : Mehmet Topal
Rep Gücü : 657
Kayıt tarihi : 17/02/08

3 Bin Seçme Fetva - Sayfa 7 Vide
MesajKonu: Geri: 3 Bin Seçme Fetva   3 Bin Seçme Fetva - Sayfa 7 Empty30/8/2008, 15:48

SATIŞTA KÂR ORANI
2435 - Behce Fetvalarından: "Müşteri şu kadar fiyata satın aldığı şeyin bedeline, kendi rızası ile, şu kadar (lira) zam vererek tekrar satın alsa arttırdığı bedel(in ödenmesi) lâzım olur." (H.Ec. 2/3)
Açıklama: Satıcı, pazarlık tamamlandıktan sonra, sattığı malı müşteriye fazlası ile verebilir veya satış bedelinde bir indirme yapabilir. Bu, bir nevi ikramdır. Müşteri de aldığı malın bedeline ilâve yapabilir. Satıcı da bunu kabul etse, satılan mal bu son fiyat üzerine satılmış olur. Ancak bu arttırmanın satışın yapıldığı mecliste ve mal mevcut iken yapılması şarttır.
2436 - Netice Fetvalarından: "Satılan bir malın bedelinde (alan ve satanın rızaları ile) indirim veya arttırma yapılabilir. Bundan sonra satıştan dönmek olmaz." (H.Ec. c. 2/2)
Açıklama: Satışa arzedilen bir malın bedelinde, mal sahibi veya müşteri tarafından, yapmacık bahanelerle arttırma veya eksiltme yapmak hoş görülemez. Ancak, piyasadaki fahiş artış veya düşüşler karşısında, müşteri ve mal sahibinin, piyasayı dikkate alarak ve gönül rızasına dayalı olarak artış veya indirim yapmalarından sonra, satıştan caymaları asla doğru olmaz.
2437 - Ali Efendi Fetvalarından: "Akârda gabn-i fahiş, onluk malı on ikiye, on ikilik (değeri olan şeyi), ona alınmak ile olur." (H.Ec. 2/11)
Açıklama: Gabn-i fahişle ilgili malumat, yukarıda geçmiş bulunmaktadır. Orada açıklanan hususlar ile bu fetva arasındaki fark, satılan mal itibariyledir. Orada, hayvan satışındaki gabnin ölçüsü gösterilmiştir.
Şu ciheti belirtmeyi zaruri görmekteyiz: "Gabn-i fahiş, maliyete göre değil, piyasa değerine göre olur. Maliyeti yükselen bir malın piyasaya göre fiyatını ayarlayıp yükseltmek gabn değildir. Mala konulan fiyat, piyasayı geçtiği zaman gabn başlamaktadır.
2438 - Soru: İslâm dininin kâr için getirdiği miktarları açıklar mısınız?
Cevap: Dinimizin kâr için değil, gabn-i fahiş için vazettiği ölçü vardır. Fakat kâr için bir sınırlama yapmamıştır. Piyasayı alıcı ve satıcının karşılıklı arz ve talebine bırakmak ve böylece piyasanın teşekkülüne imkân tanımak esastır. Bu itibarla bir malın gerçek değeri, o malın piyasadaki değeridir.
2439 - Behce Fetvalarından: "Aldatma bulunduğunu anladıktan sonra, satış malını kullanmak, geri vermeye engel teşkil eder." (H.Ec. 2/7)
2440 - Behce Fetvalarından: "Müşteri, malı sahih bir vakf ile vakfettikten sonra, aldatma davası makbul olmaz." (H.Ec. 2/7)
2441 - Behce Fetvalarından: "Hayvanda gabn-i fahiş, onluk (bir değerdeki hayvanı) on bire vermek, on birlik (değerdeki hayvanı) da on'a almak olur." (H.Ec. 2/7)
Açıklama: Gabn, fıkıh ıstılahında aldatma işine verilmiş bir isimdir. Bu aldatma, satıcı tarafından da alıcı tarafından da vaki olabilir. Aldatma, "Gabn-i fahiş" ve "Gabn-i yesir" olmak üzere ikiye ayrılmaktadır.
Müşterinin aldatması, satın aldığı malı piyasadaki geçerli fiyatından düşürmek suretiyle almasıdır. Satıcının aldatması ise, malın piyasadaki değerinden fazlasına satmasıdır.
Satıcı tarafından yapılacak bir aldatmanın "Gabn-i fahiş" derecesine ulaşması, ticari eşyada yüzde beş, hayvanda yüzde on, akar, yani gayri menkul (taşınmaz) mallarda ise yüzde yirmi farkla satılmasıdır. Müşterinin aldatılmasında ise, bu ölçüler nisbetinde düşük almakla, malı satan kimse "Gabn-i fahiş" ile aldatılmış olur.
Örneği yukarıda görülen fetva, gabn-i fahişin hayvan satışı ile alâkalı olan kısmının satıcı ve alıcıya göre değişen kemmiyet ölçülerini, açık ve seçik olarak ortaya koymaktadır.
2442 - Ali Efendi Fetvalarından: "Zeyd, Amr'dan satın alıp teslim aldığı şeyi, satın aldığı fiyattan fazla (bir bedel) ile gene Amr'a satsa sahih olur." (H.Ec. 2/8)
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://www.ultracimbom.biz
Körfez
Admin
Admin
Körfez


Erkek
Mesaj Sayısı : 22924
Nerden : KOCAELİ
Galatasaray'da Favori Futbolcusu : Mehmet Topal
Rep Gücü : 657
Kayıt tarihi : 17/02/08

3 Bin Seçme Fetva - Sayfa 7 Vide
MesajKonu: Geri: 3 Bin Seçme Fetva   3 Bin Seçme Fetva - Sayfa 7 Empty30/8/2008, 15:48

SAHİH (Geçerli) ve SAHİH OLMAYAN (Geçersiz) SATIŞ
2443 - Feyziye Fetvalarından: "Amr'a borcunu Zeyd'in oğlu verse, Zeyd de bilmediği için tekrar ödemiş olsa, Zeyd (verdiğini) gelir alır." (H.Ec. 2/16)
Açıklama: Alacaklının iki kişiden ayrı ayrı satış bedeli alamayacağı, izaha hacet olmayan bir husustur. "Bu borcu ödeyenlerden hangisi parasını geri alabilir?" sorusuna fetva cevap getirmektedir. Birinci tediye ile ödeme işi tamamlanmış olur. İkinci defa para vermiş olan, verdiği parayı geri alır.
2444 - Behce Fetvalarından: "Satıcı ile müşteri arasında aracılık eden kimse satıştan sonra 'Satıcı o şeyi sana satmazdan önce bana satmıştı' diye dava etse, mesmu (ve makbul) olmaz." (H.Ec. 2/15)
2445 Ali Efendi Fetvalarından: "Satış muamelesinde teslim etme ve teslim alma, şart olmayıp, 'Aldım sattım' demekle satış neticelenmiş olur. (Satış muamelesinden) sonra, alan veya satandan biri, satışı bozmaya salahiyetli değildir." (H.Ec. 2/2)
Açıklama: Bir alışveriş, "Aldım sattım" demekle sona ermiş olur. Malı henüz teslim etmediğini veya teslim almadığını dikkate alarak satış veya alıştan caymak, asla doğru görülemez. Teslim işi, satışın aslına tesir eden bir husus değildir.
2446 - Netice Fetvalarından: "İpekte selem caizdir." (H.Ec. 2/19)
2447 - Abdürrahim Fetvalarından: "Kalıbı ve sayısı bilinen bir tuğlada selem caizdir." (H,Ec. 2/19)
2448 - Abdürrahim Fetvalarından: "Şaka yoluyla yapılan satış, sahih olmaz." (H.Ec. c. 2/11)
Açıklama: İslâm hukukuna göre, ticari muamelelerde ciddiyet esastır. Gerek satıcı gerekse alıcı tarafından sarf edilecek sözün samimi ve ciddi olması gerekir. Önce "Aldım" deyip sonra "Şaka yapmıştım" demek, yahut "Şu malımı sana sattım" deyip, sonra şaka yaptığını söylemek, satışın sahih sayılmaması için bir mazeret teşkil ederse de bu gibi ciddiyetsizliği ortaya koyan satıcı veya müşteri, karakterinin zayıflığını açığa koymuş olur.
2449 - Abdürrahim Fetvalarından: "Hasta olup asla şuuru yerinde olmayan bir kimsenin satışı sahih olmaz." (H.Ec. 2/11)
Açıklama: Hastalığın vahametinden, ağrıların şiddetinden veya hayattan ümidinin kesilmiş olmasından dolayı, asla şuuruna sahip bulunmayan bir kimsenin yapacağı satış geçerli olmaz. Zira bu yüzden bir mal, yok pahasına satılmış ve o kimsenin aile efradı gadre uğratılmış olur.
2450 - Behce Fetvalarından: "(Bir erkek), evini 'kendisinden önce ölecek olursa (satışın) feshedilmiş olması' şartı üzerine karısına satsa, satış muamelesi sahih olmaz." (H.Ec. c. 2/9)
Açıklama: Bir kimse malını sattığı zaman, onda hiçbir alâkası kalmaz. Karısının ölümü halinde satış muamelesinin feshedilmiş olması, satışın sahih olmasını engeller.
2451 - Behce Fetvalarından: "Şayet zarar ederse, zararını satıcının ödemesi şartı ile yapılacak satış muamelesi sahih olmaz." (H.Ec. c. 2/10)
Açıklama: Bir malın satışından sonra, onun üzerinde görülecek kâr nasıl onu alan kimseye ait bulunuyorsa, zarar da ona aittir. Kâr ve zarar birlikte yürür. "Kâr edersem bana, zarar edersem satıcıya" ait olma şartıyla satış muamelesi yapılamaz.
2452 - Ali Efendi Fetvalarından: "Satış, kerhen (güç kullanarak) satılan malı teslim ve bedelini alma ise, tav'an (zorlamasız) olsa, satış geçerli olur." (H.Ec 2/11)
2453 - Netice Fetvalarından: "Satılan malın bedeli, 'Şu güne kadar satıcıya teslim olunmazsa satış akdi yapılmış olmamak şartı ile' satılsa, satış bedeli o güne kadar teslim edilmediği takdirde, bahsi geçen satış fasid olur." (H.Ec. 2/10)
2454 - Ali Efendi Fetvalarından: "Hind, kocasına bir şey satacağında, (kendisini) boşamak şartı ile satsa, (beyi) fasid olur." (H.Ec. 2/10)
2455 - Ali Efendi Fetvalarından: "Müşteri, satılan malı başkasına fazlaya satarsa, o ziyadeyi de satıcıya vermek şartı ile satın alsa fasid olur." (H.Ec. 2/10)
2456 - Abdürrahim Fetvalarından: "Başkasının icarı altında bulunan bir mülkünü satsa, müşteri satış sırasında (o mülkün) başkasının icarında olduğunu bilmemekte ise, (satışı) fesh etmeye güçlü olur." (H.Ec. c. 2/10)
2457 - Behce Fetvalarından: "Akdi yapan iki kişiden biri vefat etmiş olsa, mirasçıları ile de akid sahih olur." (H.Ec. 2/11)
2458 - Abdürrahim Fetvalarından: "Buluğ çağına ulaşmış olup mahcur olmayan bir sefihin satışı sahih (veya geçerli) olur." (H.Ec. 2/11)
Açıklama: Muayyen bir şahsı, sözle yapacağı tasarruflardan men etmeye "hacr"; hakkında hacir kararı bulunan şahsa da "mahcur" adı verilmektedir. "Sefih" de malını faydasız işlere sarf ve masraflarında israf ve savurganlıkla telef eden kimseye verilmiş bir isim bulunmaktadır.
2459 - İbni Nüceym Fetvalarından: "Zeyd (isimli şahıs), Amr'a sattığı evi, teslim etmezden önce diğer bir şahsa satacak olsa, ilk satış batıl olmaz." (H.Ec. c. 2/10)
Açıklama: İlk satıştaki icap ve kabul ile ticari akid yerine gelmiş olur. Artık o mal, müşterinin mülkü olmuş ve satıcının onda bir tasarruf hakkı kalmamıştır. Bu itibarla, mal sahibinin, sattığı malın bedelini müşteriden tahsil etmekten başka, mal üzerinde yeni bir tasarrufa girişmesi caiz değildir.
2460 - Ali Efendi Fetvalarından: "Müşteri, satıcıya şu kadar iş gördürmek şartı ile bir mal satın alsa, bey'i fasid olur." (H.Ec. c. 2/10)
2461 - İbni Nüceym Fetvalarından: "(İyiyi kötüyü) ayırt edecek durumdaki çocuğun, veli veya vasisinin izni ile, alış veya satışı sahih olur." (H.Ec. 2/8)
2462 - İbni Nüceym Fetvalarından: "Satıcı, 'Satış bedelini yarın getirirsen ne alâ, getirmeyecek olursan aramızdaki satış (akdi) bağlanmış olmasın' diye satış yapsa, (müşteri de) satış bedelini yarınki günde teslim etse, satış sahih olur." (H.Ec. 2/8)
Açıklama: Bu satışta ileri sürülen şart, satış akdini teyid eder durumda olduğundan ve müşteri tarafından da belirtilen zamanda bedeli teslim edilmiş bulunduğundan, satış sahih görülmektedir.
2463 - Netice Fetvalarından: "Bedeli söylenmeden veya para almamak şartı ile satış sahih olmaz." (H.Ec. 2/7)
Açıklama: Satış, bir malın diğer bir mal veya para ile mübadelesi demektir. Malın bedeli ve onun miktarı belirtilmeden "Bu malı senden satın aldım" yahut, "Bu malı bedelsiz olarak satın aldım" demek, sahih bir satış tarzı olamaz.
2464 - Ali Efendi Fetvalarından: "(Satışına) hacr konulmuş bir ma'tuhun (bunamış kimsenin) yapacağı satış sahih olmaz." (H.Ec. 2/7)
Açıklama: Bunaklık getirmiş, ne yaptığını bilmeyen, kârı zararından ayırt edemeyen ve bu sebeple satıştan mahcur bulunan bir bunağın yapacağı satış sahih ve geçerli sayılmaz.
2465 - Ali Efendi Fetvalarından: "(Kârı zarardan) ayırt edemeyen küçük çocuğun (bir malı) satışı sahih olmaz." (H.Ec. 2/7)
2466 - Behce Fetvalarından: "Borçlu bulunan Zeyd, borcunu ödemek için çocuğunu satmaya güçlü olmaz." (H.Ec. 2/9)
2467 - Behce Fetvalarından: "Satıcıya kiralanmak şartı ile akar satışı sahih olmaz." (H.Ec. 2/9)
2468 - Behce Fetvalarından: "Zeyd, bir malını, daha sonra gene kendisine satmak şartı ile satacak olsa, sahih olmaz." (H.Ec. 2/9)
2469 - Netice Fetvalarından: "Müşteri, satılmış olan malı belirli bir şahsa satmak şartı ile satın alsa, (satış muamelesi) fasid olur." (H.Ec. 2/9)
2470 - Ali Efendi Fetvalarından: "Parayı ne zaman müşteriye geri çevirecek olursa, satılan malı almak şartı ile satış fasid olur." (H.Ec. 2/9)
2471 - Ali Efendi Fetvalarından: "Bir ağacı, müşterinin kökünden söküp alması şartı ile satış yapmak sahih olur." (H.Ec. 2/9)
2472 - Ali Efendi Fetvalarından: "Devamlı delilik ile mecnun kimsenin satışı ve satın alması sahih olmaz." (H.Ec. 2/6)
2473 - Ali Efendi Fetvalarından: "Devamlı bir delilik ile hasta bulunan Hind, mülkü bulunan menzilini kocasına satsa, (Hind'in) babası, velayeti cihetiyle, bahsi geçen kocadan evi geri alıp korumaya güçlü (ve salahiyetli) olur." (H.Ec. 2/6)
2474 - Ali Efendi Fetvalarından: "Zeyd'in, hasta olup aklı başından tamamen gitmiş bir halde iken vaki olan satışı sahih olmaz." (H.Ec. 2/6)
2475 - Nüceym Fetvalarından: "Bahçede yetişip bazısı erişip bazısı erişmeyen patlıcanı, malum olan bir bedelle satış caiz olur." (H.Ec. 2/6)
2476 - Ali Efendi Fetvalarından: Zeyd, arsasında bir iş görmeden biten otu, biçmeden satsa sahih olmaz." (H.Ec. 2/7)
2477 - Netice Fetvalarından: "(Bir malın satıcısını) ölesiye kadar görüp gözetmek şartıyla yapılan satış, fasiddir" (H.Ec. c. 2/8)
Açıklama: Bir malın sahibi, mülkiyeti altındaki bir şeyi sattığı zaman, onda herhangi bir alâkası kalmaz. Satışı bir şarta bağlayarak, müşteriden faydalanma, İslâmi ölçülere uygun görülmemektedir.
2478 - Ali Efendi Fetvalarından: "Bir köyün kenarında eskiden bir mera (otlak) olarak kullanılan yerin satışı sahih olmaz."(H.Ec. 2/8)
Açıklama: Meralar, metruk araziden olup umum halkın istifadesine bırakılmıştır. Bu itibarla, onu herhangi bir şahsın satışa çıkarması, sahibi olmadığı bir araziyi satmaya kalkışması demektir. Böyle bir satış sahih olmayacağı için satılan yeri almaya özenmemelidir.
2479 - Ali Efendi Fetvalarından: "Satış sözleşmesi yapılırken, tahmin ediciler (ehl-i vukuf) ne kıymet takdir ederse o kıymet olsun, deyip sözleşme yerinde kıymet takdir olunmasa, satış sahih olmaz." (H.Ec. 2/8)
2480 - İbni Nüceym Fetvalarından: "Unda kile veya tartı ile, selem (satışı) caiz olur." (H.Ec. 2/7)
2481 - Netice Fetvalarından: "Zeyd, şu kadar eşyasını Amr'a sattığı sırada Amr da Zeyd'e şu kadar eşyasını satmak şartı ile alış yapsa, bu satış fasid olur." (H.Ec. 2/8)
Açıklama: Yukarıda da belirtildiği üzere, akdin gereği olmayan ve akde kuvvet kazandırmayan bir şarta bağlanarak yapılan satış sahih olmaz.
2482 - Abdürrahim Fetvalarından: "Kirasının tamamını kendi almak şartı ile dükkânını bir kimseye satsa (akid) sahih olmaz." (H.Ec. c. 2/4)
2483 - Abdürrahim Fetvalarından: "Müteaddit odaları bulunan bir evin, belirtmeden ve hudut çizmeden şu kadar adedini satsa sahih olmaz." (H.Ec. 2/3)
2484 - Abdürrahim Fetvalarından: "Zeyd, 'Sırtımda olan elbisemden başka ne kadar malım varsa mehri karşılığında karım Hind'e sattım' dese, bahsi geçen satış sahih olmaz." (H.Ec. 2/3)
2485 - Behce Fetvalarından: "Bedeli söylenip, aldım-sattım denilmeksizin parayı alıp malı vermek suretiyle satış ve alış (akdi) sahih olur." (H.Ec. 2/4)
Açıklama: Bugün, birçok alışverişler, bu fetvanın cevazı çerçevesinde cereyan etmektedir. Müşteri, bir malın fiyatını sormakta, işine geliyorsa çıkarıp parayı vermekte ve malı alıp gitmektedir. Öyle bir alışverişte "icab ve kabul" sözle olmasa bile fı'len tahakkuk etmektedir.
2486 - İbni Nüceym Fetvalarından: "Zeyd, ekilmiş şeylerden bulunan hissesini, ortağının izni olmaksızın başkasına satsa sahih olmaz." (H.Ec. 2/3)
2487 - İbni Nüceym Fetvalarından: "Borçları, bıraktığı maldan daha fazla olduğu halde vefat eden Zeyd'in mirasçıları, alacaklıların izni ve hakimin emri olmaksızın terekeden bir şey satsalar geçersiz olmaz." (H.Ec. 2/4)
2488 - Netice Fetvalarından: "Satıcı, üzerindeki binayı söküp atmak üzere arsayı satsa, sahih olmaz." (H.Ec. 2/5)
2489 - Ali Efendi Fetvalarından: "Hayvanın karnındaki yavruyu, doğmadan önce satmak, fasid satıştır." (H.Ec. 2/4)
2490 - İbni Nüceym Fetvalarından: "Satıcı, müşteriye 'Üç gün muhayyersin' demesi ile muhayyerlik lâzım olur." (H.Ec. 2/5)
2491 - Behce Fetvalarından: "Gebe bulunan hayvanın (karnındaki) yavru hariç tutularak yapılacak bir satış sahih olmaz." (H.Ec. 2/8)
Açıklama: Ana karnındaki yavru, anasına tabi olarak satışa dahil olur. Onun mubayaadan hariç tutularak anasının satışı sahih olmaz.
2492 - İbni Nüceym Fetvalarından: "Zeyd (isimli şahıs), şu kadar altını bir miktar gümüş karşılığında Amr'a satışta bulunsa, her ikisi de oradan ayrılmadan mübadele ettikleri altın ve gümüşü alacak olsalar, satış muamelesi sahih olur." (H.Ec. c. 2/2)
Açıklama: Altını gümüş veya kâğıt para karşılığında peşin olarak satış caiz ise de veresiye olarak satılamaz. Bunların veresiye satışı "Ribâi nesie" olur.
2493 - Netice Fetvalarından: "Dilsiz olan şahsın, belirli işaretle yapacağı satış muamelesi sahih ve makbul olur." (H.Ec. 2/2)
2494 - Netice Fetvalarından: "Akar satışında kabzdan önce müşterinin satılan malı, başkasına satması sahih olursa da menkul mallarda sahih olmaz." (H.Ec. c. 2/3)
2495 - Netice Fetvalarından: "Araziden bir yerin satışında (satış sırasında) sözü edilmediği zaman, (yer içindeki) ağaçlar, satışa dahil olur." (H.Ec. c. 2/3)
Açıklama: Ağaçlar, arazinin müştemilatındandır. Satıştan müstesna olabilmesi için, satış sırasında mal sahibi tarafından bir şart olarak ileri sürülmesi gerekir. Böyle yapılmadığı takdirde onlar da satışa dahil olur.
2496 - Behce Fetvalarından: "Ev satışında, evin altındaki mahzen (veya bodrum), satışta anılmayacak olursa satışa dahil olur." (H.Ec. c. 2/3)
Açıklama: Zamanımızda müstakil kat haline getirilmiş bodrumlar ayrı bir satışa tabi tutulmaktadır. Fakat sadece bir boşluktan ibaret bulunan odun ve kömür koymaktan başka bir işe yaramayan ve kabil-i iskân olmayan bodrumlar, üstünde bulunan evin satışında istisna edilmiş bulunmaz ise, satışa dahil olur.
2497 - Abdürrahim Fetvalarından: "Ev satışında, evin bahçesindeki taş yığını (satışa dahil olduğu) anılmayacak olursa, satışa dahil olmaz" (H.Ec. c. 2/3)
Açıklama: Yığın halindeki taş, yapılmış bulunan evin müştemilâtına dahil değildir. Bu sebeple satışa dahil olduğu ifade edilmedikçe, müşteri taşlara sahip çıkamaz. Onlar, ev sahibine kalır.
2498 - Abdürrahim Fetvalarından: "Zeyd, bağını satışa çıkardığında, bağın içindeki kuyu, satış sırasında bahsi geçmese de satışa dahil olur." (H.Ec. 2/3)
2499 - İbni Nüceym Fetvalarından: "Zeyd, bir malını Amr'a satıp teslim etmeden önce, satış bedelinde artırma yaparak gene Amr'a satıp teslim etse, birinci satış münfesih olup ikinci satış sahih olur." (H.Ec. 2/2)
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://www.ultracimbom.biz
Körfez
Admin
Admin
Körfez


Erkek
Mesaj Sayısı : 22924
Nerden : KOCAELİ
Galatasaray'da Favori Futbolcusu : Mehmet Topal
Rep Gücü : 657
Kayıt tarihi : 17/02/08

3 Bin Seçme Fetva - Sayfa 7 Vide
MesajKonu: Geri: 3 Bin Seçme Fetva   3 Bin Seçme Fetva - Sayfa 7 Empty30/8/2008, 15:48

MAL SAHİBİNDEN İZİNSİZ SATIŞ
2500 - Abdürrahim Fetvalarından: "Zeyd, elinde emanet bulunan bir aygırı, kendi kısraklarına çekip daha sonra başkasına satsa ve mal sahibi kabul etmeyip aygırı alacak olsa, kısraklardan doğacak yavruları almaya güçlü (ve haklı) olmaz." (H.Ec. 2/8)
2501 - Behce Fetvalarından: "Fuzuli satış yapan bir malın sahibi, icazet vermeden önce vefat etse, mirasçıları satılan malı almaya güçlü (ve haklı) olurlar." (H.Ec. c. 2/10)
Açıklama: Fuzuli satış, herhangi bir kimsenin, mal sahibinin iznini almadan, onun malını satmasıdır. Malın sahibi bunu geçerli sayarsa, yapılan satış sahih olur. Aksi halde, bu satış olmamış hükmündedir. Esasen bir kimse, mal sahibinin bu satışı geçerli saydığını ortaya koymadan vefat etmesi halinde, varislerin o malı geri almaya haklı olduklarını ortaya koymaktadır.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://www.ultracimbom.biz
 

3 Bin Seçme Fetva

Önceki başlık Sonraki başlık Sayfa başına dön 
7 sayfadaki 9 sayfasıSayfaya git : Önceki  1, 2, 3, 4, 5, 6, 7, 8, 9  Sonraki

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
ultrAcimbom | Galatasaray Taraftar Forum Sitesi :: Genel Kültür :: Dini Bölüm-
forum kurmak | ©phpBB | Bedava yardımlaşma forumu | Suistimalı göstermek | Son tartışmalar